Realitenin Gurultusu

Her şeye hâkim olabilir miyiz? Kendimiz haricindekilere evet.

Binlerce yıl insanı dönüştürmek adına kafa patlatanları, teori yazıp çizenleri epeydir düşünüyorum. Elde ne var? Sürüyle kâğıt. Bu düşünce, son okuduğum Filozofların Karnı kitabından sonra daha da pekişti. Tanınmış filozofların yeme alışkanlıklarına, beslenmeye dair düşüncelerine yer veren bu kitapta, yemek kültürünün tarih yolculuğunu sorgulayanlar kadar onu değiştirmek için kalem kuşananlar da mevcut. Gerçekliğe, deterministik açıdan bakış… Sanki insanın yeme derdi yalnızca uygun besini tüketmek, kitlesel gelişimi düşünmekmiş gibi.

 

Kuşkusuz dünyaya gelmesiyle oral yollardan hayatı tanımaya çalışan bir canlı için bu, gerçek dışı bir varsayım. Fütürizmin önemli düşünürlerinden Marinetti, hamur işleriyle yapılan enfes İtalyan yemeklerinin yasaklanmasını istemiş, gerekçe olarak da; hamurun insanı sersemleştirdiğini, besleyici gücünün aldatıcı olduğunu, insanı kuşkucu, ağır, kötümser kıldığı için geçmişe dönük bir besin olduğunu ileri sürmüştür. Peki, bu derece besleyici bir gıdanın yerine ne koymayı önermiştir, dersiniz? “Vatanseverlik adına pirinç…” Toplum beynine pilavlık pirinç muamelesi yapan düşünürümüzü bugünün beslenme uzmanları duysa, Marinetti amcanın tavuklu pilavını, ideolojisinin yanında ikram ederlerdi. Filozofumuz yemek yemeği bireysel seçimlere bırakılmayacak kadar hassas, toplumsal bir konu olduğunu söyleye dursun, bu husustaki en cesur çıkış şüphesiz Fourier’e ait. “Yemek Felsefecileri!”

 

Düşünün! Mutfağa giriyorsunuz ve “Bugün ne pişirsem?” derdiniz yok. Çünkü bunu sizin adınıza karar veren, sınırlarını belirleyen bir kurum var. Seksenini geçmiş, toplum nezrinde bilgeliğini kanıtlamış insanlardan oluşan, diyetetikçi, tarımcı ve sağlıkçılar… Günümüz Türkiye’sinde hayata geçirilmeye kalkışılsa ismi de hazır “Akil gıdacılar.” Bu insanlar, toplumun yiyeceğini, içeceğini belirleyecek, topraktaki üretim oranlarını kararlaştırıp neyin daha fazla veya az tüketileceğini yönlendirecekler. Çocuklar da gastronomik müzakerelerde tadım görevini üstlenip halkın damak tadına uygunluğuna karar verecekler. Fourier’in beklentileri o kadar yüksektir ki; işi, böyle bir sistemde yetişen on yaşındaki bir çocuğun Paris’in gastronomi ilahlarına ders verebileceğine kadar vardırmıştır. Tabii bu, işin esprisi mi, yoksa Fourier’in gerçek düşüncesi mi bilemeyiz. Dostlarıyla konuşma sırasında söylediği hoş bir latife olmasını ümit ediyoruz, yoksa kendi döneminde bile hayli gülünç karşılanacak idealler olduğu gün gibi ortada.

 

Peki Marinetti’den yüz, Fourier’den iki yüz yıl sonra, bugün bizler ne yapıyoruz? Artan nüfusu doyurmak için birbirimizi kanser ediyoruz! Dilimiz ve burnumuz dünyanın bütün yemek otoritelerinden üstün, yegâne haz merkezleri. Elde edilmesi daha kolay. Nihayetinde cebimizdekini midemize indirmeye uğraşıyoruz. Hem de bazı gün enginar, bazı gün nutella yiyerek! Mutlu olmak, karın doyurmak adına…

 

Ya felsefe? Otur aşağıya.

 

Çizim: Eren Burhan

Yorum bırakın