Virüslerin gölgesinde kendi akışına bakan hayatın penceresinden bu kez de Fanzin kültürüne paralel olarak bilim kurgu türünde çıkan Lagari Fanzin’i konuşacağız. Eserleri incelemeye geçmeden evvel, Mehmet Fatih Balkı’nın giriş yazısıyla ilgili birkaç şey söylemek isterim. İçerik olarak ülkemizde fanzinin tarihi ile ilgili çok değerli bilgiler veren bir giriş yazısı bu ayrıca yapılan işin ruhuyla fazlasıyla uyumlu. Kullandığı dile gelirsek ne yazık ki aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ülkemizde özellikle son 15 yılda sosyal medyanın etkisi, kitap okuma alışkanlığının bir türlü istenilen düzeye gelmemesi ve eğitimin kalitesinin günden güne düşmesiyle dilimizi yetkin kullanmada gittikçe zorlanmalar ve sıkıntılar olduğunu görüyoruz. İmla ve dili yetkin kullanmak edebi ürünler ile hemhal olan, yazan, çizen, üreten kimselerin bir numaralı derdi olmalıdır. Neyi söylediğimiz kadar nasıl söylediğimiz de önemlidir biraz daha ileri gidersek, neyi nasıl söylediğimiz dil bilinci açısından çok daha önemlidir. Zira edebi yayınların amaçlarından biri de halkta edebi zevki var etmek ve üstüne koymak, onu edebi kültürle beslemek ve aynı zamanda yeni yetişen gençlerin ve dili yeni öğrenen kimselerin dil gelişimine katkıda bulunmaktır, “Fanzinin böyle bir görevi yoktur.” görüşünü savunmak bunu söyleyen kişinin cehlini ortaya koymaktan başka iş görmez. Dil ile üretilen, dili kullanarak var edilen her ürün, eser vb. ondan beslendiği için, onu kullanma nispetinde kıymetli olur. Burada yazılı dilin ya da imlanın sokak dilini nasıl etkilediğinden söz etmiyorum, aksine sokaktaki dilin yazılı dili nasıl etkilediğinden söz ediyorum. İmlanın bir kurallar bütünü olduğu gerçeği bir yana bırakılırsa onlarsız bir metnin ne kadar anlaşılmaz olacağı da gayet açık olduğu gibi aynı zamanda bir dilin kendi yazım kuralları çerçevesinde kullanılıyor oluşunun, onun özgürlüğüne ket vurduğunu söyleyen kimi dilbilimci meslektaşlarıma da katılmıyorum.
Mehmet Fatih Balkı arkadaşımızın yazısında birkaç anlamsal hataya rastladım örneğin; “Diğer ilk olarak gösterilen hiçbir fanzinde böyle bir bilgi nüansı yok.” Diyor. Halbuki Fransızca kökene sahip nüans sözcüğü çok küçük anlam farklılığı, ton farklılığı demektir. Bulut anlamına gelen “nue” kökünden türeyen bu sözcük bulutlardaki ton kaymalarını anlatmak için dile kazandırılmıştır. Söz konusu cümlede “böyle bir bilgi yok “denmesi yeterliydi, malzemesi dil olan bir yemek yapıyorsak, yemeğin lezzetli olması için malzemeyi iyi kullanmamız gerekiyor. Yazının devamında dilimize İngilizce ’den geçen bir kullanımla karşılaşıyoruz: “Yani Türkiye’de olayını anlatan ve fanzinin bilincinde bir topluluk olduğunu biliyoruz artık.” İngiliz dilinde “Your deal is…” diye kullanılan bu kalıp artık bizim dilimize de geçmiş ve tam karşılığıyla kullanılıyor durumda fakat bunun yerine dert, meram gibi artık ağzımıza pelesenk olmuş, bizimle bütünleşmiş güzelim kelimeler var, neden biz dil ile uğraşan yazan, çizen kimseler de başka dillerden gelen kalıpları olduğu gibi kullanalım? Yeraltı hikâyeler yazan biri olarak argoyu, argo kalpları dile sokmayalım demiyorum, şiirde, öyküde, romanda argo, yazan kişinin tasarrufunca kullanılır, buna sonuna değin katılıyorum fakat bir bilgi yazısı kaleme alıyorsak, onun da hakkını vermek lazım gelir diye düşünüyorum. Yazının devamında buna benzer küçük hatalar mevcut fakat içerik olarak fanzin tarihi ile gerçekten çok değerli bilgiler veren ve fanzin söz konusu olunca herkesin bir şeyler söyleme hakkını kendinde bulduğu bir ortama ciddi ve haklı eleştiriler getiren değerli bir yazı. Ayrıca ben de iflah olmaz bir bilimkurgu sever olarak Balkı’nın müjdesini verdiği üzere Antares’in bir gün bir yerlerde ortaya çıkmasını dört gözle bekliyorum. Bu güzel bilgiler için Mehmet arkadaşa teşekkür ediyor ve şimdi biraz da eserlerin niteliğinden bahsetmek istiyorum. Fanzin, Zülfikar Yamaç’ın H. G. Wells Usulü GELECEKTE BİZLERİ NELER BEKLİYOR adlı çalışmasıyla ilerliyor. Bilimkurgu türünün adeta babası olan yazarla ilgili bilgi içeren bu metinde “Ve tahmin edileceği gibi teknolojik gelişmede olduğu gibi ilk olarak savaş sanayisinde işe yarayıp yaramadığına bakıldı.”
“O aşamada ise dünyadan tamamen yok olduğumuzu ve gezegende (?) hiç var olmamışız gibi bir görüntü işe karşılaşır. Yaşadığımız dönemin dehşet verici bilimsel gelişmelerini çok daha önceden, adeta bir zaman yolcusu gibi sayfalarına taşımayı hiçbir bırakmadı.” Gibi anlatım bozuklukları yine metni okumayı zorlaştırıyor olsa da, genel olarak bilimkurgu tarihi ile ilgili değerli bilgiler veren bir metin. “Kimsenin sizi göremediği bir dünyada iyi olmaya devam eder miydiniz?” Sorusu ise metnin adeta tacı çünkü bu soru üzerine, hemen her okuyucu, hakkında bilgi verilen eseri edinip bir an evvel okumak ister. Okuyucuda merak uyandırmak ve bu duyguyu sürekli kılabilmek başarılı yazı yazmanın kıstaslarından olsa gerek. Bilgi içeren metinlerden sonra fanzin öykülerine, M. Ercan Ergür’ün ilk kısa öyküsü Yuva adlı çalışmasıyla başlıyor. Damaklarda tadımlık bir lezzet bırakan bu öykü, konusu ve ilerleyişi bakımından bana seri olabilecek bir öykü izlenimi verdi. Sonlarına doğru heyecanın yükseldiği hikâyede distopik bir geleceğin anlatımıyla karşı karşıyayız. Robot bir yuvada yaşayan ve hala biyolojik olarak tamamen insan olduklarını varsaydığımız (Öyküde bununla ilgili bir bilgi yok) bir ailenin, onları avlamak isteyen ve geceleri ortaya çıkan bir mutanttan kaçışlarını, hayatta kalış mücadelelerini okuyoruz. Genel olarak dil kullanımını biraz yetersiz bulduğumu söylemeliyim, fanzinin daha başından beri başlayan, metinlerin adeta ikinci, üçüncü okumaları yapılmadan baskıya verilmiş izlenimi bu öyküde de maalesef karşımıza çıkıyor bunun dışında okuyucuya metne bağlayan, sürükleyici bir anlatımla süslenmiş bir metin görmekteyiz ve öykünün belki de en değerli kısmı; anne kahramanın bebeğine söylediği ninnilerin içeriği. Bu noktada sözlü edebiyatın yaşamdan ve konjöktürel gerçeklerden nasıl beslendiğinin altının profesyonelce çizilmiş olduğunu görüyoruz. İlerleyen sayfalarda Barış Tüzün’ün Tazminat adlı çizgi öyküsüyle karşılaşıyoruz. Gözünü ve kolunu yitiren bir itfaiyecinin, çalıştığı kurumdan tazminat talebini anlatan başarılı bir öykü bu ve çizimler de güzel. Devir ne olursa olsun, insanın kendi eliyle yarattığı para canavarı karşısında ne kadar kötü durumlara düştüğünü ve kurum sahiplerinin para için ne kadar çirkinleşebileceğini anlatan, kapitalizme ve kapital sisteme insan türünün sermaye karşısındaki ve onun gözündeki konumu bakımından eleştiri getiren tadımlık güzel bir öykü olduğunu belirteyim. İlerleyen sayfalarda üslubunu, eserlerini çok sevdiğim Doğu Yücel ile yapılmış güzel bir söyleşi bizi bekliyor, ortaya bilimkurgu-polisiye türlerine ilgisi olan herkesin okumasını salık verdiğim bir söyleşi çıkmış doğrusu. Röportajın akabinde Serkan Üstündağ’ın Çöp Adamlar adlı kısa öyküsü yer alıyor. Öykü 2076 yılında geçiyor ve Pasifik Okyanusu’nda biriken çöplerin, plastiklerin insanlar tarafından, bir ilaç yardımıyla sindirilebilir hale geldikten sonra yenilerek azaltılmasını, nihai olarak tüketilmesini bir baba-kız ilişkisi üzerinden anlatıyor. Ani bitişiyle bir seri öykü olacağı izlenimi verse de bir yandan konu işlenip bitirilmiş gibi görünüyor, belki bu öykünün devamını konunun daha da derinleştirildiği ve yeni kahramanların katıldığı bir şekilde okuma şansı yakalarız. Üslup ise denemeye yakın, okuyucusuyla konuşarak hikâyesini anlatıyor yazar, samimi ve akıcı bir dil kullanıyor. Fanzinin ilerleyen sayfalarında dili yetkin kullanımı ve başarılı olay örgüsüyle Ali Okan Pandar’ın Kuruluş adlı öyküsü selamlıyor bizleri. H’an isimli bir komutanın ordusuyla başka bir asterodi işgalini anlatan öyküde hala biyolojik olarak insan olduklarını anladığımız bir kral ve ordusu, Taşsı adlı bir varlığın koruduğu elmastan oluşan bir gökcismine saldırır ve cismin koruyucusu Taşsı’yı etkisiz hale getirmeyi başarır. Onları bu konuda en çok motive eden güç inandıkları Tanrı’dır. Ali Okan hikâyenin alt metninde bize insan türünün inanma güdüsünün devirlere yenik düşmeyeceğini ve bu güçlü güdünün insanlığın ilerleyen dönemlerde bile en sağlam isteklendirmelerinden biri olacağını söylüyor. İnanç eğretilemesinin merkeze oturtulduğu öykü fanzindeki diğer öyküler gibi felaketvari bir kurgunun üzerinde yükseliyor. Bu öykünün devamını okumayı bir okur olarak ben gerçekten isterim çünkü kurgusu güçlü ve merak öğesi de bilinçli bir şekilde öyküye yedirilmiş durumda üstelik bildiğimiz duyguların bilmediğimiz gezegenlerde başımıza neler açacağı sorusu da yanıtlanmaya değer. Öyküsünde yer verdiği ve günümüzde henüz Türkçe karşılıkları olmayan birtakım terminolojik ifadeler hariç kullandığı temiz Türkçe için de Ali arkadaşımızı bir kez daha tebrik etmek isterim.
Fahri Emre Öztürk’ün kaleme alığı Gebzeli adlı öykü, Ali Okan’ın Kuruluş adlı öyküsünden hemen sonra yer alıyor. Deney amaçlı kullanılan farelerin mutasyon geçirip yahut verilen ilaçlardan ötürü devasalaşmalarını, bulundukları bölgede insandan kaçarak yaşamaya çalışmalarını anlatan tadımlık bir öykü. Ezo Devrim Harsa’nın kaleme aldığı Frekans ise psikolojik öğeler barındıran bir öykü ve çok da uzak olmayan bir geleceği anlatmakta. İnsanların zihinlerini okumanın ilk aşaması olan bir cihaz geliştirilmiştir öyle ki bu cihaz sayesinde kişilerin iletişim sırasında yaydıkları frekanslar tanımlanarak onların yalan söyleyip söylemedikleri anlaşabilir hale gelmiştir. Öykünün kahramanı Elif psikoloğundan edindiği bu cihaz sayesinde insanların ne kadar yalancı ve kötü olabilecekleri gerçeğiyle yüzleşir ve bu çıplak gerçek ona ağır gelir. Kadın duyarlığıyla kaleme alınan bir öykü, psikolojik bir derinlik yaratılmak amaçlanmışsa da öykünün hacmi, kurgunun zayıflığı gibi sebeplerden bu amaca derinlemesine erişilemediğini görmekteyiz. Eldeki fikir çok yaratıcı ve çok fazla açıdan geliştirilebilir, bu malzemenin Ezo arkadaşımız tarafından, öykünün devamını getirerek bir kez daha işlenmesi gerektiği düşüncesindeyim. Dili akıcı olan öykü psikolojik tahlillere daha fazla odaklanırsa çok daha güzel bir öykü okuyacağımızdan şüphem yok. Öykü cihazın yepyeni işlevleriyle devam edebilirse sanırım tadından yenmez hale gelecektir. Sayfalarda ilerledikçe bu kez Gökçe Mehmet Ay’ın Eris’in koynunda isimli öyküsüyle karşılaşıyoruz. Zaman ve mekân başka olabilir ama öykü tanıdık: Ataerkil zihin yapısı ve cehaletin ürettiği birtakım kadın düşmanlarının lanet olası eylemlerine başka bir gökcisminde devam ettiğini görmekteyiz. Öykünün konusu güncel ve amacı da kadınların kendilerini gerçekleştirebilmesi, gerçekleştirebilecekleri, onların bu yazgı denilen kör cehalete mağlup olmayacakları ve kendilerini savunabilecekleri konusunda birkaç kelam etmek olsa gerek. Bu çaba, bu farkındalık, bu meselenin bir parçası olmak başlı başına bir değer. Kadınlar erki nasılsa yenecektir, insanlık başka zaman ve diyarlarda ataerkil denilen karanlık ve ucuz anlayışı çoktan yıkmış ve arkasında bırakmış olacaktır fakat yerine nasıl bir çarpık bir anlayış koyacağını bakalım görecek miyiz? Zira insan türü kendini dişlemeyi pek sever. Fanzinin son öyküsü Ruhşen Doğan Nar’dan Babam Bir Kahraman. J.R.R Tolkien’den ilhamla yazılan öyküde, hayallerini gerçekleştirmek için ailesini yoksulluk içinde bırakıp orta dünyaya giden bir babanın, bu sanal dünyada vücudu bir sıvı kapsül içindeyken zihnen bir maden ocağında işçi olarak çalışması ve yeni dünyasında pek mutlu olması anlatılıyor yalnız arkasında bıraktığı ailesi için mutluluk pek söz konusu değil. Zavallı küçük kızı onu çok merak ediyor ve ona büyük özlem duyuyor. Öykülerin hacmi arttıkça olay örgüsü, üslup gibi teknik yorumlar da beraberinde gelecektir. Akıcı bir dille yazılmış tadımlık bir öyküyle fanzin sona ererken, fanzin hakkında genel olarak söyleyeceklerim, hemen tüm yazar arkadaşların katastrofik bir zeminde kalem oynatmış olmalarıdır. Bu bağlamda ülkemizdeki bilimkurgu yazarları H. G Wells’in yolunda gidecek gibi görünüyor. Dil ve anlatım konularına biraz daha hassasiyet gösterilirse eldeki bu değerli malzemelerle ve nitelikli kurgularla çok güzel öyküler okuyacağımızı biliyorum, fanzine katkıda bulunan tüm yazar arkadaşların yollarında aynı istekle devam etmelerini diler, hayal dünyalarını bizimle paylaştıkları için her birine tek tek teşekkür ederim. Bu fanzini okumak bana ülkemin bilimkurgu geleceği ile ilgili umut verdi. Yaşasın bilimkurgu ve yaşasın fanzin ruhu.