Mimarlık, Sanat ve Rock’n Roll Fanzini THE PUNK ARCHITECT Röportajı (PDFli)

 

Merhaba. Sosyal medyada dolaşırken The Punk Architect adında bir fanzin gördüm. Biraz inceledim ve tasarımı, içeriği, odaklandığı alanlar ilgimi çekti. Odaklandığı alanlar “Mimarlık, sanat ve Rock’n Roll” olan bir fanzin bu. Başta haklarında internetten biraz bilgi edinip yazmak istedim ama yeterli veri yoktu sosyal medya hesaplarında. Ben de kendilerini tanımak, ürettikleri fanzine dair kendilerinin fikirlerini öğrenmek için TPA ile iletişime geçtim, ardından TPA’dan Sunguralp, Esra ve Mehmet Ali ile 9 Nisan’da Zoom üzerinden uzun bir sohbet ettik ve biraz zaman geçince yazıya geçirdim. Sohbet ederken esasında muhabbet ettiğimiz süre uzun gelmemişti ama yazıya geçirdiğimde elimde 18 word sayfası ve bu word sayfalarının içinde 8500 civarı kelime vardı. Ne yapacağımı biraz şaşırdıysam da bir yolunu bulmaya baktık beraber. Ardından Fanzin Apartmanı’nda kısaltılmış halinin yayınlanması okuyacakları da düşününce hepimize makul geldi. Ben de biraz düzenledim ve kısalttım. Uzun halini de daha sonra başka bir zaman basılı olarak ve PDF olarak yayınlamayı düşündüm. Yaptığımız bu sohbetin üzerinden biraz zaman geçince yazıya geçirdim, yine biraz zaman geçti editlemeye başlamam için. Çünkü elimde dosya yoktu, şehir değiştirmiştim. Yani bu süreç biraz uzadı. Kendileri ise çok anlayışlıydılar bu konuda.

Bu fanzin hakkında sadece Kadir Has Üniversitesi C Blok panolarında anonim bir yazarla başladığı ve açık çağrılarla dışarıya açıldığı; halihazırda mimarlık, tiyatro ve hukuk öğrencilerinden oluşan beş kişilik bir kadronun hazırladığı bilgilerini paylaşarak sizi sohbetimizle baş başa bırakıyorum. Zaten diğer bilgiler sohbette yer alıyor. Hepsini okumanız tavsiye olunur. Bu sohbetin fanzinle ve alternatif yayınlarla ilgilenen herkes tarafından okunması gerektiği kanaatindeyim. Eleştirileriniz ve fikirleriniz için TPA ile ya da benimle iletişime geçebilirsiniz. Hemen röportaja geçiyorum. Dostlukla…

S = Sunguralp

E = Esra

O = Oğuzhan (Ben)

M = Mehmet Ali

O: Selamlar Sunguralp. The Punk Architect’in isminden başlayabiliriz.

S: Selam. Fanzinin ismi onun ortaya çıkış karakteriyle alakalı. Bizim “C Blok” dediğimiz okuldaki mimarlık, iç mimarlık, grafik tasarım öğrencilerine, yani tasarım ve sanatla uğraşan öğrencilere ev sahipliği yapan bir mekân ama bu kişilerin, öğrencilerin edindikleri deneyimleri ve yeteneklerini sadece ders içerisinde kullandığını, bulunduğumuz mekâna yansıtmadığını düşünüyorduk. Bir sanat fakültesinin duvarları daha hareketli olmalı, kirli olmalı, posterler olmalı, çizimler olmalı, izin alınmadan bir şeyler asılmalı gibi… Hani o hareketi göremiyorduk orada. Punk Architect olmasının sebebi de; ben aslında çok Punk Rock dinleyen biri değilim, çok basit düzeyde bir ilişkim var o müzik türü ile ama punk kelimesi özünde aynı zamanda serseri demek zaten. Mimarlık disiplini de düzenli oluşu, kesin oluşu ve düzensiz bir ortama vizyon getirişiyle bilinen bir meslek. Bunu onun zıddıyla tanımlamak bana ilgi çekici geldi. Biraz da Punk olmasının sebebi aslında bizim okulda poster asmak falan yasak, bunun için izin gerekiyor. Kulüp ya da herhangi bir şeye dâhil olsanız da izin almak gerekiyor. Ben de ilk sayıyı izinsiz asmıştım. Ondan sonra da hep izinsiz asmaya devam ettik. Punk olmasının ve Punk Architect olmasının sebebi bu.

O: Zaten evet, bu herhangi bir okulda, birçok okulda belki hepsinde böyledir, izinsiz bir şey asmak yasak sanırım ama tabii eğer politikse okul, ona göre daha da katı olabilir yasak. Bu muhabbet güzelmiş, metinlerin altında ya da herhangi bir yerde isminiz de yoktu zaten başta, hatta okunabilir bir yazı, sayı bile yoktu. Simgeler vardı mesela, ilgi çekici ve farklıydı.

S: Evet, onun sebebi de işte olası bir disiplin cezasına takılmamak yani ama sadece bir sebebi bu. ikinci sebebi merak edilmek. Bu İngiltere Banksy var ya… Bu graffiti sanatçısı.

O: Evet evet sokak sanatçısı.

S: Evet, hâlâ bilinmiyor o, işte hani o merak edilme olgusu oluşur mu… Hani fanzini okuyan ama okuduğu kişiyi bilmeyen, onu arayan… Böyle bir tansiyon yaratmak istedim aslında. Pek oluşmadı maalesef.

O: Ama bu da temel bir mesele aslında fanzinde.  Fanzini çıkaran kişi anonim mi olmalı, ismi orada punk etiğini baskılar mı, oto-sansüre sebep olur mu gibi meseleler var. O yüzden aslında en temizi bence dediğin gibi sokak sanatçılarında da olduğu gibi, mesela izinsiz var Türk olarak da, yani Türkiye’de yaşayan. Dediğin gibi hem bu ilgi uyandırıyor hem de daha kolay hareket edebiliyorsun. Tabii bu tümüyle mümkün olmasa da toplumun içindeki yerini üretirken bir şekilde önemsizleştirebiliyorsun ama kendi isminleyken sonuçta okuyacak insanlar senin ismini bilen insanlar oluyor ve oto-sansüre sebep olabiliyor diye düşünüyorum. Bence mantıklıymış bu muhabbet ama öyle bir zorunluluk da yok, zaten çok az kişi şu an öyle yapıyor. Bu arada ne zaman başladınız bu fanzine?

S: 2018’de galiba.

O: Peki, şöyle bir durum var mı, “Biz şu kadar sayı hazırlayıp şu kadar konudan bahsedip – aklınızda bir liste var mesela – sonra silineceğiz. Silindiğimiz zamanı da şimdiden belirledik” falan diyor musunuz, yoksa “Canımız sıkıldığı zaman bitiririz” ya da “Mezun olunca bitiririz” şeklinde mi? Gerçi sen mezun oldun mu bu arada?

S: Ben dördüncü sınıftayım, son senem. Aslında böyle bir konuşma yapmadık hiç. Bizim ekipte de herkes aynı anda mezun olmayacak. Bu yüzden mezun olduktan sonra bitiririz diye bir şey konuşmadık ama devam edeceğini sanıyorum. Şu an beş kişiyiz, yeni kişiler gelebilir, şu an olanlar ayrılabilir ama devamlı olacağını sanıyorum. Eğer pandemi hiç olmasaydı, bu fanzin sürekli okur kitlesine hitap eder olsaydı belki okulun bitişiyle fanzin de bitebilirdi ama pandemiyle birlikte bunu internete taşıyınca daha büyük bir kitleye ulaştık. Biraz daha zamansızlaştık, mekansızlaştık o anlamda. Yani okulda kalsaydık okul bitince bitebilirdi belki ama galiba devam edecek. Aynı kadroyla devam etmeyebilir belki.

O: Fanzinin ilkeleri senin ilkelerinle uyuştuğu için mi onu seçtin yoksa daha kolay olduğu için mi? Yani dergi yerine fanzini seçmenin sebebi ne?

S: Üretmesi daha kolay ve bazı tasarım ve yazı hataları yaptığımda veya fikirlerim biraz daha tutarsız olduğunda bu dergide sırıtıyor, fanzinde sırıtmıyor. Onun dışında okulda böyle bir fikriyat dergisi yoktu. Bir de bunu çıkardığımda aslında Mimarlık Kulübü üyesiydim, başkanıydım. Belki, bu fikri o bünyede gerçekleştirmeyi düşündüm ama sadece mimarlık alanıyla ve mimarlık öğrencilerinin katkılarıyla sınırlı kalmak istemediğimden ondan vazgeçtim. Yani dergi olmamasının sebebi bu, üretmesi çok daha kolay ve bir sakarlık yaptığınızda o yetkinliği gelişmişliği göstermediğinizde fanzin bunu kabul ediyor.

E: Zaten o ilk soruya verdiğin cevapla da, oradaki tutumunla da fanzin daha çok uyuşuyor dergidense. Bir şeylere karşı bir cevap olarak oluşturmak istemişsin ya.

O: Evet bir probleme odaklanmışsın bence.

E: Aynen.

O: Bunu periyodik olarak mı çıkarıyorsunuz yoksa kafanıza estiğinde mi?

S: İlk başta Naber gibiydi, biraz rastgele çıkıyordu. Yine pandemi girdikten sonra iki ayda bir çıkarmaya çalışıyoruz. Yani iki ayda bir çıkarma amacımız var.

O: Bu arada ben “sen”li konuşuyorum bazen de, siz aslında birinci sayıdan sonra sürekli çoğaldınız dimi? İki, üç dört, beş… Artarak ilerledi yani kişiler her sayıda.

S: Birinci sayı bir kişi; ikinci, üçüncü, dördüncü sayı üçer kişiydi galiba… Evet ama bir sayıda hiç dört yazardan fazla olmadı galiba. Bu biraz da yakındığım bir konu. İnşallah artar.

O: Kapaklar bayağı iyi bu arada, kapaklar bayağı dikkat çekiyor. Daha oldschool duruyor. İçindeki yazı tipi de mesela şey, ilk birkaç sayıda…

S: Dünyanın en kötü daktilo fontu…

O: Yoo, o bence daha iyiydi, sonraki o Courier New var ya, ona döndükten sonra okumak zorlaşmış, son sayıdaki yazı tipi de daha çok boğmuş fikrimce.

S: Ben son sayıda, çok aradım… Ondan sonra da kolay okunabilir neyse artık onu buldum. Ben de öyle daktilolu maktilolu biraz özel bir font arıyordum da valla Helvetica’yı bastım, yani çünkü çok zor okunuyordu. Baktım, önceki sayılara da biraz baktım, hiçbiri okunmuyor ama font arayışım bitmedi yani.

O: Doğru, font zaten zor bulunuyor.

E: Öyle bir arayışımız varsa ben de bir bakayım biraz.

O: C Blok Kadir Has’ta, dimi?

S: Evet, ünlü ettik c bloğu.

O: Fanzinde şu anda beş kişi mi vardı şu anda? Kadro var ama dışarıya da açık, açık çağrılar var.

S: Evet, Esra da yine bir açık çağrıyla geldi. Esra’yı ben birebir de tanımıyordum. Diğer arkadaşları tanıyorum okuldan. Esra yazısını yollamıştı. Sinema üzerine çok başarılı bir yazıydı, diyagramlarla da açıklanmıştı. Zaten diyagramlardan da bir mimar kavrayışı dokunuşu olduğu çok netti. Zaten mimarlık ve sanat eksenindeki, bu ikisi üzerine düşünceler içeren yazılar daha özel yazılar biraz daha bize uyuyor. O yüzden Esra’ya da “Kalıcı olarak yazmak ister misin” dedik o da kabul etti. Yani amacımız açık çağrılarla hem sayılık yazılar edinmek ama kendileri de istiyorsa kalıcı yazarlar edinmek. o şekilde…

O: Rock’n roll’la nasıl bir bağınız var peki?

E: Benim yok.

S: Rock’n Roll’la bağımız… Ben bir defa yazdım. Genellikle Barış yazıyor, tiyatro okuyan arkadaşımız. O, 60’ların Rock’n Roll dünyası üzerine yazıyor. Albüm incelemeleri var genelde. Yani kişisel yazılar, o müziği nasıl değerlendirdiği, teknik olarak bir albüm incelemesindense bir dergideki gazetedeki, biraz daha kişisel olarak yorumluyor o grupla olan, o müzikle olan bağını. Onun dışında, onunla amaçladığımız şey – a pardon bu arada Mehmet Ali de Anadolu Rock hakkında bir seriye başlamıştı. Sonra o seri devam etmedi.

O: Evet, gördüm o yazıyı.

S: Yani bizim müzikle olan ilişkimiz onu tekrar yorumlamak. Rock’n Roll aslında – Barış büyük olasılıkla katılmayacaktır bana da- ölü bir müzik türü ama ölü olmasının şöyle bir getirisi var; o da bir şekilde klasik kültüre mal oldu hani caz gibi bir şey oldu aslında. Yani bütün gelişim evrelerini tamamladı, popülerliğini ve dinleyicilerini büyük oranda yitirdi ve artık aslında daha çok incelenmesi, analizler yapılması, üzerine kitaplar eleştiriler yazılması gereken bir alana dönüştü bence, yani artık arkeoloji gibi bir şeye dönüştü. Ben çok seviyorum, dinliyorum ama ölü olduğunun da farkındayım. Bundan sonraki görev artık bu müziği icra etmeyi bırakıp bunun ne olduğu, nasıl bir şey ifade ettiği yani bizim fanzinde yapmaya çalıştığımız şey, bunu yorumlamak, bu kültü incelemek. Çünkü albüm incelemesi aslında bir promosyondur, yeni çıkan bir albümü incelemek… Yani kısadır, bir çeşit öneri içerir. Bizim yapmaya çalıştığımız şey mimarlığa nasıl yaklaşıyorsak aslında, onu nasıl eleştiriyorsak, ona nasıl ciddi yaklaşıyorsak, Rock müziğe de aynı şekilde ciddi yaklaşmak, onu analiz etmek, o kalibrede hiçbirimiz yazmadık daha ama inşallah yazacağız ve böyle yazılar bize gelecek.

O: Biraz daha temel şeyler var genelde ya da temel bilgilerle başlıyor ama daha sonra yine garip noktalar, ayrıntılar var. Mesela Led Zeppelin’in adının nerden geldiği, daha önce neydi ismi…. Immm… Yani Beach Boys’a dair falan da yazılar var, albümlerin içeriğine yönelik yazılar var. Ha yardbirds. The Yardbirds’tü eski adı, Led  Zeppelin olmuş, işte neden olmuş, “siz böyle giderseniz zeplin gibi çakılacaksınız” falan böyle ufak tefek güzel şeyler var. Burada kaynak yok genel olarak, mimari metinlerde kaynak belirtilmiş ama bu alandaki metinlerde kaynak yok. Ha olmak zorunda da değil zaten, fanzin olduğu için. ama bunları ben nerden doğrulayabilirim, burada nasıl derinleşebilirim diye baktığın zaman bir şansın yok. Kötü bir şey de olmayabilir ama böyle bir durum var.

S: Bu dediğin doğru, yani sonuçta okuyucunun ilgisini çekebilir daha fazla okumak isteyebilir. Bir kaynakça koymak gerekebilir. Dediğin gibi bana da fanzin olduğu için çok gerekmiyor gibi geldi.

O: Peki, diğer fanzinlere bakışınız nasıl, fanzin edebiyatla sınırlanmaya başladı, bu sizinki gibi oldschool fanzinler ya da gerçekten bir problemi olup da fanzinin ilkeleriyle kendi ilkeleri uyuştuğu için fanzin çıkaranlar çok az sayıda. Genelde dergi çıkaramayanlar fanzin çıkarıyor ya da gerçekten bir derdi var, problemi var bu ilkeleri sahipleniyor ama yaptığı şey şiir – öykü yayımlamak. Bu daha çok karşımıza çıkan durum. Yani mimarlık fanzini gibi Rock’n Roll fanzini gibi, yani mesela Anadolu Rak diye bir fanzin vardı önceden, o da dergi oldu sanırım. İktidarsız diye bir zine var o da bu tarz mesela, işte Dog Juice var Sarma var Sanrı var vesaire. Çok az sayıdalar yani. O kadar çok fanzin çıkıyor, onlarca fanzin çıkıyor, hatta bazısı bölünüyor falan ama aslında çoğunun alanı yalnızca edebiyat. Bu konuya bakışınız nasıl? Diğer fanzinlere ve Türkiye’deki güncel fanzinlere dair bakışınız… Takip ediyor musunuz mesela?

S: Esra cevaplamak ister misin?

E: Ben çok işin içinde değilim açıkçası, çok fazla takip ettiğim fanzin yok, sadece alanımla ilgili bir şeyler üretmeye çalışıyorum. Sadece kendi arkadaşlarımla yapmış olduğumuz sadece çizim yaptığımız bir yayın var. Hep şiir ve edebiyat üzerine şeyler görüyorum ben de bir süre sonra biraz sıkmaya başladı diyebilir miyim bilmiyorum ama aynı şeyleri görmekten biraz bunalıyor insan, garip bir ses arıyor. Böyle bir işle karşılaşmak biraz da o yüzden bana da iyi hissettirdi. Birilerinin böyle bir şey yapmış olması beni etkilediği için yazdım ben de. Benim için önemli diyebilirim.

S: Benim yaklaşımım şu şekilde; biz ekip olarak fanzin işine girince, sahafları dükkanları dolaşınca biraz daha inceleme fırsatım oldu. İşte Sanrı’yı gördüm. Sanrı sanırım fanzin aleminin biraz kralı gibi bayağı yerde gördüm. İçeriği iyi, tasarımı güzel. O gün fanzinleri dağıtırken etrafa, bayağı da bir fanzin alıp döndüm aslında. Bir de zaten Fanzin Apartmanı da çok güzel söyleşiler, PDFler yayınlıyor. Onları da incelemeye başladım. Benim şu an okumakta olduğum fanzinler arasında en çok ilgimi çeken Başıbozuk Fanzin. Eskişehirli öğrenciler çıkarıyor, Fanzin Apartmanı’nda gördüm, bir de sanrı. Sanrı’yı beğenmemin sebebi; onu kapak tasarımı, sayfa düzeni olarak falan çok örnek alıyorum, içindeki yazılı metinler beni çekmiyor, öyküler veya şiirler, ama güzel illüstrasyonlar var orada. Yani tasarım bakımından daha çok Sanrı’yı inceliyorum. İçerik bakımından da Başıbozuk bayağı başarılı geldi bana. Orada Woodstock Festivali hakkında çok ayrıntılı bir yazı vardı. Başıbozuk’u sevmemin bir sebebi de aslında biraz bize benzemesi. Çünkü onlar da öykü veya şiirden çok düşünce yazısı içeriyor. Genel olaraksa fanzin ortamında çok fazla edebiyat fanzini olduğunun ben de farkındayım. Benim edebiyatla çok sınırlı bir ilişkim var ben daha çok görsel sanatlardan hoşlanıyorum, heykelden resimden vesaire. Edebiyatla da bir ilişkim var tabii ama buralardaki eserler bir şiir okuyucusu olarak bana genellikle hitap etmiyor. Bilmiyorum, yani beğenmiyorum demekten başka bir şey diyemeyeceğim. Benim tercihim şiir-öykü fanzinlerinden çok daha özgün alanlarda daha farklı alanlarda üretim yapan fanzinler. Mesela Fanzin Apartmanı’nda şey gördüm, bisikletçiler fanzin çıkarmış. Yani bu tür enteresan fanzinler daha az var.

O: Bu arada görsel sanatlarla ilgileniyorum dedin ama içerikte mimari çizgiler hariç hiç görsel de yok.

S: Yok, doğru. Yazıları açıklayan görseller falan vardı sadece.

O: Siz daha spesifik takılıyorsunuz mimaride. Rock’n Roll’da daha temel bilgiler varken mimaride derinine inmişsiniz bu da dikkatimi çekti. Az önce demiştim ya açık çağrıyı kitleselleşmek için mi yapıyorsunuz, ne kadar açılırsan açıl kitleselleşme diye bir tehlike de yok zaten -özellikle böyle bir fanzin için. Çünkü zaten belirli bir kitleye hitap ediyor gerçekten. Bu arada otuz tane  basmışsınız, C Blok’a koymuşsunuz ilk sayıyı, şu an kaç tane basılıyor? Basılıyor mu şu anda online mı yoksa?

S: Beşinci sayıyı bastık sadece satmak için ilk defa. On tane bastık, beş bir dükkana, beş bir dükkana koyduk. Onun da zaten sekiz tanesi satıldı. Basmayacağız herhalde ya.

O: Bu satma muhabbeti kendini döndürsün diye mi? Matbaa falan…

S: Aynen, oradan topladığım parayı fanzinin kasasına koydum yani. Çok bir şey gelmedi zaten, belki ilerde bir şey yaparız diye koydum kenara.

O: Peki bu kadar sayı bastıktan sonra hala keyifli geliyor mu yoksa sıkmaya başladı mı?

S: Bana keyifli geliyor, ben şimdi her sayıda da yazmıyorum. Kapak tasarımı, genel olarak sayfa tasarımı, biraz daha onunla ilgilenmeye başladım ama iyi bir yazı geldiğinde, iyi bir yazıyı okuduğumda her zaman heyecanlanıyorum. Zaman zaman hevesimi kaybediyorum, kesinlikle öyle sürekli bir heyecan hali yok ama iyi bir yazı okuduğumda güzel bir çizim yollandığında mutlu oluyorum her zaman.

O: İki dilli aslında bu fanzin, bu neden? Şu an okuduğunuz bölüm İngilizce olduğu için mi yoksa farklı bir amaç mı var?

S: Evet bununla alakalı, o da şu, fanzine gelen yazılar her zaman insanların sıfırdan yazdığı yazılar değil. Okulda yazdıkları, bir ders için yazdıkları ama iyi olduklarına da inandıkları yazıları da yolluyorlar. O yüzden İngilizce yazı da gelebiliyor. bunun da önüne geçmemek için İngilizce’yi de kabul ettim. Bir de başta okul dahilinde olduğu için, okuldaki herkes de az çok İngilizce biliyor, bazı insanların bölümleri İngilizce tamamen, İngilizce okumanın potansiyel okuyuculara bir engel teşkil edeceğini düşünmedim. Bir de bazı yazılar Türkçe’ye çevrilemiyor hakikatten. Bazen daha iyi ifade ediliyor İngilizce’de. Onun da önüne geçmemek için iki dilli yaptım. Bazen garip duruyor İngilizce ile Türkçe yazı yan yana olunca ama mesajı iletiyorsa sorun yok.

O: Peki okulda bir sorunla karşılaştınız mı fanzin basarken, broşür muamelesi gördü mü?

S: Yok, bazı hocalar farkına vardı destekledi hatta. İyi karşılandık yani.

O: Başka mimarlık fakültelerinde/bölümlerinde yaymayı düşündünüz mü ya da oradaki insanlarla genişlemeyi, açık çağrının yanında?

S: Yok, düşünmedik. Yani büyümeyi düşündük de mimarlık odaklı büyümeyi düşünmedik. Aslında benim niyetim bambaşka bölümlerden insanlar gelse… Çünkü çok bir mimarlık fanzini değil aslında bu. O yüzden başka mimarlık okullarıyla büyümeyi düşünmedik ama yazar kadrosu olarak her okuldan her bölümden insan gelsin, tek bir alanda kalmak istemiyoruz. Müzik de var, mimarlık da var, sanat da var.

O: Anladım. Bir de şöyle bir yazı vardı: Sanatçı politik duruşa sahip olmak zorunda mıdır?

S: O Mehmet Ali’nin çok güzel bir yazısı, keşke Mehmet Ali burada olsaydı.

O: Ne düşünüyorsunuz bu konuda sonuç olarak, olmalı mı yani, sizin politik duruşunuz var mı mesela ya da – bu tabii öyle hemen cevaplanacak basit bir konu değil orada sayfa sayfa yazılmış, okudum ben de onu ama siz ne diyorsunuz bu konuda, bir politik duruşunuz olduğunu düşünüyor musunuz, genel olarak?

S: Şöyle söyleyeyim, ben bu konu üzerine de zaten Mehmet Ali yazdıktan sonra biraz düşünmeye başladım. Özetle onun söylediği şey politik duruşa sahip olmamanın imkânsız olduğu ve bunu da gayet ikna edici bir şekilde açıklıyor aslında. Eğer Mehmet Ali’nin dediklerini ölçüt alırsak sadece bizim fanzinin politik duruşu yok, yazılan çizilen bütün harfler aslında bir politik duruş. Hani orada şey diyor mesela; politik duruştan azade olmaya çalışmak, apolitik olmaya çalışmak da bir politik duruştur. Eğer bunu ölçüt alırsak evet fanzin politiktir yani ama politikayı biraz da günlük siyaset üzerinden ölçersek aslında siyasi bir fanzin değil. Gündelik siyasete dair hiçbir içerik yok ama politikayı daha kavramsal olarak alırsak bizim politik duruşumuz da mimarlık, sanat, Rock’n Roll konularına eleştirel bakmaktır. Bu da bir konudur, bu da bir konu tanımlamasıdır. Yani gündelik siyasete dair hiçbir şey yok fanzinde, öyle bir amacımız da yok, sanat odaklı bir fanzin.

 

O: İçeriğe dair soracak çok soru var ama biraz fanzin muhabbetine dönmek istiyorum. Fanzinle somut olarak nerde tanıştınız? Ve türüyle nasıl tanıştınız, kavramsal olarak, olgusal olarak?

S: Ya ben fanzinle fiziksel olarak tanışmadım da şöyle oldu benim tanışmam; lisede Rock dinlemeye yeni başladığım dönemde, hani o altkültürün çeşitli ürünleri var, fanzin de bunlardan biri, özellikle seksenlerde. Bunun hakkında yazılar okurdum, işte Türkiye’de ve dünyada fanzinin tarihi… Benim aslında fanzinle ilk tanışmam herhangi bir fanzin yayınının kendisi değil de onun bahsi, onun yorumu, onun tarihi. Yani böyle genel bilgiler alarak ilerledim ya da işte bazı fanzinlerin kapak tasarımları, onlar ilgimi çekti. İşte Türkiye’de Mondo Trasho var, bir de Çağlan Tekil var.

O: Laneth.

S: Laneth var. Dün Radyo Eksen’de onu anmak için program yaptılar. Neyse benim fanzinle ilk tanışmam, fanzinin kendisiyle değil onun eleştirisi, bahsi, tarihiyle oldu. Fanzin çıkarana kadar da doğru düzgün bir fanzin okumadım aslında. Bir sahaftan, bir dükkândan fanzin almadım. İlk fanzini çıkarırken yani arkadaşlarla birlikte çıkarmaya devam ederken onlar okuyor muydu bilmiyorum ama benim rehberim internetten gördüğüm pdfler, kısımlardı. Fanzinin ne olduğunu biliyordum. Nasıl tasarımları olduğunu, nasıl bir tadı olduğunu, nasıl bir duruşu olduğunu biliyordum ama baştan sona bir fanzin okumadım. Fanzinleri etrafta dağıtırken, satmaya çalışırken çok fazla karşılaştım, onları aldım, öyle bir kültür edinmeye başladım.

(Mehmet Ali geldi)

S: Mehmet Ali de sizin sorduğunuz “politik duruştan bağımsız sanat üretmek mümkün müdür” yazısının müellifi.

O: Selamlar.

M: Merhaba. Çok özür dilerim, benim son dönemim ve bitirme teziyle uğraşıyordum, unuttum gelmeyi. Görmedim, telefona bakmamıştım, kusura bakmayın. Mehmet Ali ben.

O: Evet, selam. Ben de Oğuzhan.

M: Memnun oldum.

O: Ben de. Senin diyeceğin neler var The Punk Architect’e dair?

S: Bana bir soru yöneltmiştiniz ya yazı ve fanzinin genel duruşuyla alakalı. Onu aslında Mehmet Ali çok daha iyi cevaplar. Onu sorabilirsiniz.

O: Peki. Ne düşünüyorsun bu konuda, politik duruşu fanzinle ve fanzini seçme sebebinle aynı düzleme mi oturtuyorsun, bunların kesiştiği yer neresi?

M: Öncelikle ben fanzine nasıl katıldığımı da pek hatırlamıyorum. Arkadaşım Sunguralp bana bir şey yazar mısın mı dedi ben mi yazayım dedim onu da hatırlamıyorum ama genel olarak fanzini şöyle görüyorum; bir ruhu olması gerekiyor bu işin yani öyle “herhangi bir şey çıkarttık, bakın” şeklinde fikir beyan etmiyoruz. Sadece iş verdik, bir şeyi yorumladık gibi… Hani hiçbir çizgisi olmayan bir duruşu olsun istemiyorum. Benim ne kadar haddime bilmiyorum asıl editörümüz Sunguralp bu arada ama benim fikrim bu. Zaten derginin adı da bunu açıkça beyan eden bir şey, Sunguralp’in de böyle düşündüğünü düşünüyorum. Haksız mıyım sunguralp?

S: Yok yok, kesinlikle.

M: Ve ayriyeten benim kendi hayat görüşüm dahilinde de ben politik duruşu olmayan bir canlı olabileceğini düşünmüyorum. Yani düşünen her şeyin politik duruşu olabileceğini söylüyorum. Hatta yazıda şey demiştim bir yerde, “yarın öbür gün bir maymun da sorgulamaya başlarsa, bazı verileri bir araya getirip başka veriler üretirse o da politik duruştan bağımsız bir hayat sahibi olamaz” yazmıştım. Dolayısıyla en aptalından en zekisine kadar insanlar politik duruş sahibi. Apolitik olmak da politik duruştur yazdım. Dolayısıyla bu gerçeğe göre davranıp gerçekten köşeleri belli, tarafı belli olan, safı belli olan yazıların bulunduğu bir dergi olsun diye düşünüyorum ben. Gelecekte de böyle olsun istiyorum. Cevap verebildim mi, bilmiyorum ki doğru mu anladım soruyu?

O: Evet evet, ben de bu tarz bir cevap bekliyordum, soruyu tam olarak soramadım çünkü.

M: Teşekkür ederim.

O: Aslında bir sürü yazı var, bunların hepsi değerli. Dikkatimi çeken başka yazılar da oldu ama içerik üzerine daha detaylı konuşmak sonraya kalıyor çoğu zaman. Çünkü The Punk Architect’i kimse Apartman’da görmemişti. Bu arada siz de yazabilirsiniz dediğim gibi, orası zaten açık bir alan. Biz tanıştık ya, siz yeni sayı çıkardıkça, yetişebildiğimiz sürece zaten biz siz de isterseniz kritikler yapıyoruz. Orada içeriğe odaklanırız. Burada daha genel konular konuşmamızın bir sebebi de bu. Mesela yedinci sayı çıkacak şimdi dimi? Yedinci sayı çıktıktan sonra biz bu yazıyı yayınladıktan sonra o sayının da okuyan biri tarafından kritiği yapılacaktır muhtemelen.

M: Biz mezun oluyoruz ve okulda olmadığımız için bu işi de daha kurumsal bir hale getiremedik. Kulüp falan kurma planımız vardı. Belki alt sınıftan arkadaşlarımızın marifetiyle bir kulüp kurulabilir biz mezun olduktan sonra.

O: Evet. Söyleyecek başka bir şeyiniz var mı bu arada?

S: Yok, bu kadar.

E: Yok.

M: Tekrardan memnun oldum bu arada.

O: Ben de çok memnun oldum.

M: İyi akşamlar o zaman.

O: Teşekkür ederim.

S: İyi akşamlar.

E: İyi akşamlar.

FANZİN: The Punk Architect Sayı 7 (PDF İNDİR)