Kiltablet Fanzin 26. Sayı Üzerine

 

“öykülerle yaşar hayat ve edebiyat… öykülerle”

 Bilenler bilir, Kiltablet belirli bir konu belirleyip, o çerçevede bize yeni öyküler sunuyor. 26ncı sayısı çıkan bir fanzinden bahsediyorum. Bu sayının konusu “karanlık gelecek”. İçinde 6 adet öykü bir söyleşi bir de inceleme yazısı mevcut.

Fanzin Apartmanı’nın sitesinde Kiltablet Fanzin ile yapılmış bir söyleşi var. Eğer bu fanzin hakkında daha fazla bilgi bulmak isterseniz, sitedeki röportajı okuyabilirsiniz.

Konu “karanlık gelecek” olunca herkesin aklında kötü olumsuz bir dünya beliriyor. Sayının tamamını okuduğumda bu karanlık geleceği çok farklı açılardan görmek oldukça ilginç bir ruh haline büründürdü beni. Ama Kiltablet ‘in bu sayısında temayı özellikle karalık bir gelecek olarak seçmesinin bir amacı olduğunu düşünüyorum. Sanki bize önlemler alabilmemiz için hala vaktimizin olduğunu söylüyor.  Bu sayının da editörü olan Nurdan Atay’ın giriş yazısındaki açıklamaları dikkatle okuyup, sorduğu sorulara diğer öyküleri okurken cevap aramanızı tavsiye ediyorum.

Editörün yazısının son paragrafını şuraya bırakarak devam ediyorum.

Bu sayımızdaki öyküler distopik dünyalara götürüyor bizleri. Geçmişin karanlığından, geleceğin karanlığına. Ayrıca Kibrit Ev kitabı yazarı Murat S. Dural’la karanlıkta bir ışık gibi yaptığımız söyleşi ve Nezir Suyugül tarafından özetlenmiş, kavramları tanıtan güzel bir tanıtım yazısı var. Hepsini zevkle okuyacağınızı umarak “Hiçbir zaman tam karanlık değildir gece” diyen Eluard’a inanmak istiyorum.

Kiltablet’in içindeki öykülerin adlarına alfabetik sıraya göre dizildiği belirtilmiş. İlk olarak “Duvarda Bir Park” isimli öykü selamlıyor bizi. Özgürlüğü tamamen elinden alınmış bir toplum anlatılıyor. Artık var olmayan dünyayı bu distopik ülkede doğan çocukların hatırlaması için çalışan yaşlı bir kadının çabası gözler önüne seriliyor.

Güven Yaman’ın “İçindeymişik, Griymişik, Sazmışık” öyküsünde ise adın atmanın hatta nefes almanın bile fatura edildiği bir dünya ile karşı karşıya kalıyoruz. İnsanların düşünmediği sorgulamadığı bir dünyada kahramanımızın başına gelen olayları görüyoruz. Bu öykü günümüzdeki sorunlara da ışık tutmuyor değil. Aşağıda yazdığım alıntıda asılda ne kadar bugünden bahsettiğini de görebiliyoruz.

“Telefonlar da zamanla hızla yayıldı ve şimdi herkesin elinde. Ailecek kullanılmadığı için de kimsenin başkasına ihtiyacı yok. Sadece arkadaşlarının ya da tanıdığının bir fotoğrafına iki kez tıklarsan onunla bir iletişim oluyorsun. İnsanlar sokağa çıkma ihtiyacı duymuyorlar. Siparişler eve geliyor, devlet işleri internetten hallediliyor ve çoğunluk işini bilgisayarda yapıyor. Bizim artık yollara ve top oynayacak arazilere değil, daha çok cigabayta ihtiyacımız var.”

“Hayvanoğlu” adlı öyküde Hasan Gürsel bizi bambaşka bir dünyaya götürüyor. Kırmızı etin tükendiği bir toplumda çok ilginç bir çözüm bulunuyor. Çok fazla detay vermek istemiyorum ama şuraya bir alıntı da bu öyküden bırakıyorum.

“Yılların kasabı olarak bir et parçasına dönüşme ihtimali benliğini alt üst etmekteydi.”

Mustafa Gürkan “Kırılgan Temas” adını verdiği öyküde karanlık bir gelecekte bir temasın hangi sonuçlara yol açabileceğinden çarpıcı bir biçimde bahsetmiş.

Öykünün içinde Sezai Bey kahramanımıza, “Bir daha kimseye dokunamayacaksın it herif! Ölü sevici!” diye bağırmakta. Hikâyenin belki de en can alıcı yerlerinden biri.

Kiltablet içindeki diğer öykülerden biri de “Medusa Harekâtı”. Günümüzde de yaşanılan kadın cinayetlerini, kadınlara yapılan kötülükleri sorgulayan bir öykü. Bana göre bu öyküyü özel kılan şey birkaç meselenin bir kurgu içinde okuyucusuyla buluşuyor olması. Öykünün adından da anlaşılacağı üzere, mitolojiden bildiğimiz Medusa karakterinin hayatından esinlenerek bazı insanların kadınların üzerinde oynadıkları oyunlar konu edilmiş. Kadınların saçlarındaki gözle görülemeyecek kadar küçük olan yılanların asıl amacı neydi?  Bizi düşünmeye sevk eden son paragrafını da alta bırakıyorum.

Kadının saçları adamın yanağında, boynunda, ensesinde dolaştı. Saç uçlarının değdiği her yerde mini minnacık öpücükler mi, yoksa ısırıklar mı kondu tenine, bilmiyoruz. Sırtında, özellikle omurga bölgesindeki tüyler, ensesinden kuyruk sokumuna kadar ürperdi anında. Tam bu sırada ağaçta bir kıpırdanma oldu. Baktılar. Adam yılanı tanıdı.  “O mu?” dedi kadın. “Evet” dedi adam. Yılan, sarıldığı daldan onlara kırmızı, kıpkırmızı bir elma uzatıyordu. Karıkoca önce şaşkın, şöyle bir durdular… Sonra, birbirlerine bakarak, her çeşit tasa ve kaygıdan uzak gülmeye başladılar. Güldüler… Güldüler… Güldüler!

“On Yedinci Hangar” isimli son öyküde Gürkan Akpınar’ın bize sunduğu karanlık gelecekle başbaşa kalıyoruz. Öykümüzün kahramanının tutmuş olduğu günlüklerle dönemin sorunlarını görebiliyor, üzerine düşünebiliyoruz. Günlüklerin içindeki hayatın yok oluşu farklı bir biçimde işlenmiş. Kahramanımızın körelen dünyada hayallerine ne kadar tutunabilecek?

Kiltablet Fanzin bu sayıda geleceğin karanlık yüzünü bize göstererek aslında bizim şimdiki zamanı, geçmişimizi, kendimizi sorgulamamızı istiyor. Bazı öykülerde düşünülen karanlık gelecek şimdiki hayatımızda bizi esareti altına almış bile olabilir. Beni çok etkileyen bir sayı olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

Size bir de iyi haberim var. Kiltablet Fanzin’i kiltabletoyku.com ‘da sayının tüm öykülerini yayınlamakta.

 

 

 

 

Yorum bırakın