8.sayısı ile uzun bir aradan sonra tekrar hayata dönen parantezin içine bir göz atalım isterim. Levent Altınkaynak’ın çizimi ile kapak bu kez içimizi acıtıyor. Emniyet şeritleri ile sarılmış parantezin devamında “2019’un ilk 9 ayında 287 kadın öldürüldü.” yazıyor duvarda. Aşağı yukarı bu parantezde neler olacağının sinyallerini alıyoruz. Ardından giriş yazısı ile incelememiz devam ediyor. “… bu sayıda kapak her şeyi anlatıyor. Ne eksik ne de fazla” diyerek başlıyor Parantez İçinin yeni sayısı. Hemen arkasında “Never Wait For Someone Else To Complete Your Life” cümlesi karşılıyor bizi. Bunun üzerine biraz düşünelim isterim. O kadar geniş bir açıdan ele alabiliriz ki bu cümleyi zaman yetmez. Ama üzerine düşündükçe yeni anlamlar çıkartmamak elde değil. Günümüz ilişkileri birbirini tamamlamak üzerine ilerliyor. Bir insan seni tamamlıyorsa o kişi senin için doğrudur düşüncesi ile karşılaşıyoruz her daim. Fakat bu ne kadar doğru? Bir insanın seni tamamlamasına ihtiyaç duyuyorsan eksik kısımların üzerine biraz düşünmelisin derim. Hiçbir erkek bir kadını hiçbir kadın bir erkeği tamamlamamalı. Bu sadece ikili romantik ilişkilerde değil çocuk ve ebeveyn için de geçerli. Bir çocuğun birey olarak tanımlanmadığı toplumlarda –ki bizde öyle bir toplumda yaşıyoruz- çocuk kendini tamamlamak için aileye ihtiyaç duyuyor ve zamanla tek başına karar veremeyen, atıl yetişkinlere dönüşüyor. Aynı şekilde bir erkek saygınlığını aile ile bir kadın “kutsallığını” çocuk ile tamamlıyor. İş hayatındaki başarılarımızı patronumuz ölçüsünde tamamlamış hissediyor olmamız bu hastalıklı düşüncenin kollarından sadece biri. Ve kendini tamamlamak için dönüp kendine bakmayan, başka biri ile tamamlanmayı bekleyen bireylerden oluşan hastalıklı bir toplumun içinde yaşamaya başlıyoruz. Bu zehir hem romantik hem ailevi hem de iş ilişkilerimizi yavaş yavaş çürütüyor.
Ardından Mehmet Fatih Balkı’nın Ölmelisin isimli kısa hikâyesi ile karşılaşıyoruz. Okumaya başladığımda Zeki Demirkubuz’un Kader filmindeki ikonik replik geliyor aklıma. “Bu kapı ahiret kapısı, burası sırat köprüsü. Bu sefer de geçersen bir daha geri dönemezsin.”
Oradan Ruhşen Doğan Nar’ın Kişiye Özel isimli hikâyesi ile devam ediyoruz. Ki şahsen çok keyif alarak okuduğum bir hikâye olduğunu söylemeliyim. Zira telefonda konuşmaktan nefret eden biri olarak benim de şahsi cehennemimin bu hikâyedeki gibi olacağına eminim. Kalemine sağlık Ruhşen. Anksiyetemi bir tık daha arttırdın.
Samet Kuru’nun Ilık Bir Ayrılık Gecesi isimli şiiri ile biraz sakinleşip Perhonen’in kaleminden çıkan Dengesiz’e adım atıyoruz. Ve burada yeni bir kelime ile karşılaşıyorum. “Aleksitimi”. Açıp araştırıyorum hemen. En kısa tabiri ile “kişilerin kendi ve diğer insanların hislerini algılama yetisinden yoksun olmasına deniyor.” Yazara bana yeni bir psikolojik durumun kapısını araladığı için teşekkür ediyorum şimdiden. Gerilmiş olan sinirlerimiz Dengesiz ile biraz daha geriliyor.
Ve Yrd. Doç. Dr. Cebrail Ötgün’ün makalesinden alıntılanan Sanatın Şiddeti ve Sınırları isimli makale kesiti ile devam ediyoruz fanzinimize.
“Sanatın şiddeti hem kendisidir hem de içerdiği iletidedir, beklentidedir. Özgünlük, yenilik, üslup şiddettir.
…
İmgelem ile gerçek arasındaki ahlaki yarığı, toplumda hoş görülemeyecek korkunçlukları, tecavüzleri ve sakat bırakmaları, sanatta hoş görmek durumunda kalabiliriz. Çünkü sanat bize öteden gelen ve doğada olup bitenleri anlatan mesajdır.”
Yazıyı okuduktan sonra biraz üzerine düşündüm. Sanatın, şiddeti tüm açıklığı ve çoğunlukla çirkinliği ile göstermesi bu şiddeti meşru hale getirmeye sebebiyet mi verir? Yoksa şiddetin tüm çirkinliklerine başkaldırarak şiddet otoritesine eleştirinin yolunu mu açar? Sanatın tüm güzellikler kadar çirkinlikleri de işlemesine izin verilmediği takdirde özgür bir sanattan bahsedebilir miyiz? Sanat ve edebiyatın şiddet olgusu üzerinden bir kurgu ile hayat bulması insanların empati yeteneğini ve merhamet duygusunu tetikleyerek zihinlerde bir kıymık etkisi yaratır mı? Yoksa şiddet anlatmak o şiddet duygusunu doğurur mu? Siz ne dersiniz?
Kara Yıldızın Gölgesinde isimli hikâyesi ile Gökçe Mehmet Ay’ın hayal dünyasına bir adım atıyorum şimdi de. Su gibi akıp giden bir hikâye ile.
Ve sona gelirken yavaşça Serkan Üstündağ ile karşılaşıyoruz son yazıda. Kadın Olan Sizsiniz ile sert bir final bekliyor bizi. Bazı düşünce ve kesimler tarafından tepki çekebilecek bir yazı kaleme almış Serkan. Kadınlar ve erkekler üzerine. Neden tepki çeker hiç bilmiyorum ama çekebileceğini biliyorum diyeyim size.
“Ne erkekler kadınları ne de kadınlar erkekleri öldürür. Bu işin özeti: Caniler insanları öldürür.”
Birkaç ay önce bir konuşma sırasında “Erkek şiddeti can aldı.” şeklinde manşet üzerinden verilen bir kadın cinayeti haberi üzerine konuşuyorduk. Bir arkadaşımın bu şekilde bir manşet atılmasının başlı başına cinsiyetçi olduğu üzerine bir fikir belirttiği sırada birçok insandan tepki çektiğini hatırlıyorum. Bu yazıdan da hareketle feminizm ve maskülizm kavramları bir kenara cinsiyet eşitliğini mi konuşsak mesela? İki cinsiyetin de kötü sıfatlar ile tanımlanmadığı bir fikir aşamasına geçebilmek umudu ile. Tekrar hatırlayalım “Dünyada iki çeşit insan vardır; iyi insanlar ve kötü insanlar.”
Ve yavaşça parantezi kapatırken sevgili Parantez İçi ekibine sesleniyorum.
Arayı bu kadar açmayın bir daha!
Fanzin Yürüyor! Kim ne derse desin, eşlik ediniz.