Hepimiz Sıkıştık-Sıvadık Fanzin Sayı 30 (PDFli)

Şimdi hakkında yazacağım fanzin, fanzin okurlarının mutlaka bildiğini düşündüğüm ve benim de fanzinle tanıştığımda ilk elime geçen ve ilk ilgimi çeken fanzinlerden biri: Sıvadık.

Sıvadık Fanzin 30. sayısına ulaşmış ve artık sanıyorum saymayı bırakmış. Bu beni biraz duygulandırdı çünkü ben Sıvadık’la tanıştığımdan beri 15 civarında yeni sayısı çıkmış ve ben de hepsini takip etmiş, okumuşum. Bunu düşünmek insanda zaman kavramını sorgulatıyor. Zamanın geçişini hissetmek bir miktar endişeyi beraberinde getiriyor ve bu endişe kendi çıkardığım fanzinlerin niteliğinin ileriye doğru bir seyirde olup olmadığını düşündürüyor. Sıvadık Fanzin’in 30. sayısını okuduğumda çok net biçimde şunu düşündüm: Fanzin şiirler isteyip bu şiirleri toplayıp bir araya getirmek ve basmak işleminden elbette ki daha fazlası (ki kendi çıkardığım fanzinlerdeki şiirler güzel şiirlerdi ve okuduğum diğer fanzinlerdeki şiirlerin de kötü olduğunu söyleyemeyeceğim, onları kötülemekle ilgisi yok bu fikrimin) niteliksel olarak Sıvadık Fanzin’de daima bir gelişim görüyorum. İçeriğindeki çeşitlilik, türlerdeki çeşitlilik, isimlerdeki çeşitlilik ve her bir eserin kaliteli olması, işte fanzin denen şey budur. Basit bir mesele değildir. Kolaya kaçmak değildir. İlkesini korumalı, etrafa göz atmalı, suya sabuna dokunmalıdır ki tavrını unutmasın, bir tarza sahip olsun. Sıvadık bende bu düşünceleri uyandırdı ve kendim için çokça pay çıkardım bu mükemmel sayıyı okurken.

Şimdi kapağa ve içeriğe dair biraz bilgi vereyim, biraz da yorumlarımı aktarayım. Başlayalım.

Kapakta güzel bir kolaj var her zamanki gibi. Ama bu kez bu kolaj içerideki görsellerin birer parçası. Açıyorum hemen Sıvadık’ı ve içeriğe geçiyorum. Daha giriş sayfasındaki görselde fiziksel bir farklılık taşıdığı söylenemeyecek kafaların başını ummadıkları taşların yardığı izlenimini ediniyorum ve giriş yazısında bu pandemi döneminin yıprattığı taraflarımı anıyorum. Şöyle başlıyor giriş yazısı:

Yarını beklerken şimdiki zamanda ölüyoruz. Bu eskiden bir retorikti ama bugün gerçek.”

Evet, şimdiki zamanda ölüyoruz, şimdiki zamanı öldürüyoruz. Çok acı ama biz bunları hissettik ve hissediyoruz. Ve şöyle bitiyor:

İnsan arayışından asla vazgeçmemeli. Meraklı gözlerde sönen ışık kısa ve sık nefes alışlarının delilidir. Yolumuz kaldığı yerden devam ediyor. Adım atmaktan yılmıyoruz.”


Huzurlu bir nefes alıyorum çünkü biliyorum ki negatif olan her ne ise ya insanın düşünü bitirmeye yetmez ya da bizatihi negatif olduğundan pozitif olanı sunar.

Bu sayıda kim yer almış diye bakıyorum. Bu sayıda karalayanlar: Zeynep Yıldırım, Efe Elmastaş, Serkan Üstündağ, Belgin Karakuş, Aylin Ulaba, Muhammet Aldemir, Mustafa Bakır, Fatih Yamantepe, Emrah Ersan, Tayfun Polat, Göktürk Yaşar, Mehmet Fatih Balkı. Görsellerin sahipleri ise şöyle: Zeynep Yıldırım, Beyza Kocaoğlu, Efe Elmastaş, Musab Demirdağ. Ruhşen Doğan Nar bir röportaj çevirisiyle, Göktürk Yaşar da Levçev’den bir şiir çevirisiyle bu sayıda. Nokta, virgül editi Cansu Ersan’a ait. Kapak tasarımında yine Efe imzası var. Basım yeri de tabii olarak İzmir.

İlk yazı “Kime Kuşak Lazım” başlığıyla Efe Elmastaş’a ait. X, Y, Z gibi fazlasıyla sentetik kuşaklar hakkında yazılmış bir yazı bu. Aslında buradaki genellemelerin bu kuşak adlandırmaları altında falcı edasıyla ortaya konan özelliklerden ziyade kuşakların ilerlemesiyle sınırı genişleyen esneme payına dair olduğunu söylüyor anladığım kadarıyla. Gerçekten okunması gereken ve içindeki fikirlerden yararlandığım bir yazı. Bir sonraki yazı ise Zeynep Yıldırım’a ait: “Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil”. Bu yazıdaki sade metaforların huzuru beni kendine fazlasıyla çekti. Bize kavruluşu anlatıyor hamlığı kovmadan, tüm derinliğiyle. Tekrar okuyacağımı bildiğim bir yazı, belki bir öykü, belki bir anlatı, belki bir sorgu. Sırada bir şiir var. Göktürk Yaşar’ın Bulgarca aslından çevirdiği, Lyubomir Levçev’e ait “Bitmeyen Şiir” adında bir şiir. Bu şiiri çok sevdim ve hemen M. Kağan Will Şahinoğlu’nun yönettiği, “Karanfiil Kitaplığı” bünyesinde çıkan bu şaire ait, Göktürk’ün çevirdiği şiirleri içeren kitapçığa ulaşmak için Kağan’a yazdım. Bu şiiri kesinlikle okumalısınız. Size sadece ilk üç dizesini aktarmak istiyorum:


Bir hüzün içinde uçtum renkli bulutların civarında.
Sonra şeffaf olan bir vadiye indim yavaşça.
Aşağıda alevler içinde yanan denizi gördüm…


Bir sonraki sayfada Belgin Karakuş’un “Sosyal Psikolojik Bağlamda Bizler ve İktidar” isimli yazısı var. Derinliği olan ve keyifli bilgiler edindiğim bir yazı. Sıvadık’ın ilerlemesinde şüphesiz bir katkısı var. İnsanın sosyalizasyonunun nedeninden “ben” demenin yanında “biz” demeyi nasıl öğrendiğimize ve bu “biz”in yarattığı “öteki”ye dair, “iç grup” ve “dış grup” dinamiklerine dair, gruplar arası önyargıya, insanın kendi içinde bulunduğu gruba bakışına dair, düşmanlığa ve ayrımcılığa dair güzel bilgiler edindim. Daha fazla araştırmak için bir heves bahşeden ve bununla birlikte tek başına kendisi de doyuran bir yazıydı. İktidarın grup dinamikleri yönünden bir değerlendirmesi yapılıyor ve daha önce üzerine çok kafa yormadığım konularda kafamı açıyor bu yazıyla Belgin Karakuş. Umarım Sıvadık’ta sürekli bir şekilde psikoloji alanında yazılar görürüz. Hemen bu yazıdan sonraki sayfada Efe imzasıyla güzel bir görsel var. Bu görsele dair yorum yapmam güç fakat içimizdeki karadelik çok şeyi yutuyor, bunu biliyorum. Emrah Ersan’ın bir yazısıyla ve çizimiyle devam ediyor Sıvadık. İçinde bulunulan bir ruh durumunun kısa portresi ya da durup etrafa bir göz atma hali diyebilirim bu yazıya. Bir de sanırım bir süredir yazmamasının nedenini açıklıyor bu yazıda. Nitekim insanın öylece baktığı ve “kısa anlara” yüz tane özçekim sığdırarak ya da sığdırmayarak o anın gölgesine sığındığı zamanlar oluyor: “Bazense yazmak yerine yaşamayı yeğlersin,” ya da “Söz gelimi, dibine kusup, kurutacağımız ağaçlar arıyoruz.” Kısa ama etkili bir yazıydı.

 Ardından Tayfun Polat’ın bir playlisti geliyor. Şu not düşülmüş bu playlistten önce: “Şu günlerde müzisyen olmak çok zor olduğu için, müzikle iştigal edenlere hazırladım bu listeyi. Biraz dertleşme, biraz motivasyon olsun diye”. Playlistin adı “Empati”. Bu playliste Sıvadık Fanzin Youtube kanalından ya da sayfadaki QR kodu okutarak ulaşmak mümkün. Buradaki parçalara dair bir yorum yapabileceğimi sanmıyorum. Dinleyin diyebilirim sadece. Sonrasında “Eleştirmenliğin Kıyıları ve Saygıda Kusur” başlıklı yazısıyla Serkan Üstündağ’ı görüyorum. Eleştirmenliğe dair yazmış. Eleştiri kültürünün kendisinin saygıda kusur olarak görülmesine dair. Eleştirmenliğin sönmesinden duyduğu haklı bir üzüntü ve çok doğru çıkarımlar var. Kıyıya denk gelen tek dalgada silinecek bu bilinçli kırılgan eleştirilerin yetersiz olduğunu söylüyor yazıda. Üzücü bir durumun tespiti… Okumanızı öneririm. Bu sayıda sanırım favorilerimden olan bir yazıya geliyoruz şimdi: Aylin Ulaba’nın “Yabancılaşma”ya dair yazısı. Her bir cümlesine dikkat kesilerek ve çokça yerin altını çizerek, işaretler koyarak okudum bu yazıyı. “Tekbaşınalık” ile “yalnızlık” arasındaki farkı anlatıyor, tek başınalaşmanın toplumun güven vericilikten ve tanıdıklıktan uzaklaşmasını getirdiği ve bu durumun ise toplumsal bir varlık olan insanın nihayetinde kendisine yabancılaşmasına neden olduğunu söylüyor. Kapitalist İktisat Biçimi’ndeki insan emeğinin meta karakterine, paranın fetiş karakterine dair Filozof Gadamer’in görüşlerini anlatmış. İnsanın başkası için kendi zararına çalışmasının da çeşitli nedenlerle insanı kendine yabancılaştırdığını söylemiş. Bu yazı rasyonelliğin, üretim ilişkilerinin ve muhtelif seçimlerimiz ile düzenin zorunlu kıldıklarının bizi yabancılaşmaya nasıl ittiğini anlatıyor. Kesinlikle ama kesinlikle okunmalı. Üzerine birkaç satırda bir şeyler söylemek çok güçtü ama çabaladım.

Bu yazıdan sonra Zeynep Yıldırım’ın ortaya koyduğu müthiş bir çizim karşımıza çıkıyor. Köklerin sardığı bir insan görüyorum, göğsünde sanki taşmak istediğini gösteren parmak imleri, tabii bu benim yorumum.  Bakıp geçebileceğiniz bir çizim değil, bunu söyleyebilirim. İncelemelisiniz. Hemen sonraki sayfada Göktürk Yaşar’ın bu kez kendine ait bir şiir var: “Turabdin”. Evet, bir anlatı var ve ben bu anlatıya yabancıyım. Basit bir şiir değil. Sanırım biraz bilgi gerektiriyor. Yine de şu dize benim çok hoşuma gitti: “Kan hepimizden her zaman daha temizdi!”.

Sonrasında Ruhşen Doğan Nar çevirisiyle İngiltere’de çıkmış efsane fanzin Sniffin Glue’dan Mark Perry ve Danny Baker’ın 2019’da Guardian’a verdiği röportaj çıkıyor karşıma. Bir zamanlar “NeW Sniffin” adıyla anonim bir fanzin çıkarmayı düşünmüştüm. Çok sevindim Sniffin Glue’ya dair bir röportaj okuyacak olmama. Fanzinle veya Punk müziğiyle ilgilenenlerin bir şekilde ulaşıp okuma sorumluluğu var diyebilirim bu röportaj için. Çok güzel şeyler öğrendim. Sniffin Glue’nun adının nerden geldiğini, ne kadar büyüdüğünü ve kendini neden ve nasıl imha ettiğini, Punk’ın Mark için nasıl bittiğini mesela. Mark artık gereğinden fazla büyümüş olan Sniffin Glue’yu sona erdirmeye karar verdiğinde Danny’ye şunları söylüyor: “Bu tam punkça yapılması gereken bir şey. Punk şimdi Top of the Pops programında. Punk, büyük plak şirketlerinde. Hadi, bu işi bitirelim.” Okumalısınız dostlar. Sonraki sayfada yine bu sayıda favorilerimden biri olan “Zaman” adlı yazısı var Muhammet Aldemir’in. Bu arada ben olsam böyle bitirmezdim bu müthiş yazıyı. Ama ben değilim yazan, o sebeple bu fikir sadece bir fikir. Bu yazıdan birkaç alıntı yapmak istiyorum: “Zaman ki bırakıp gittiklerimdi benim. Arkaya bakmadan. Bakmaya korkmaktan mı yoksa takılıp kalmaktan mı?”, “Bir el elimi tutuyor, bırakıyor, başka bir el elim yere düşmeden onu kaldırıyor. İsimler gelip geçiyor. Peki, insanlar neden duruyor?

Bir sonraki sayfadaki yazının başlığı “Eukleides (Öklid) Depresyonda….”, Mustafa Bakır yazmış. “Bilim ve felsefeyi birbirinden ayırdığımızdan beri burnumuz boktan çıkmadı.” cümlesiyle başlıyor yazı. Devamında da nedenini açıklıyor. Belleğimize bulmaca dizini şeklinde aktarılan semboller ve kuralların onursal, duygusal ve düşünsel altyapısının olmamasının muhtelif problemleri beraberinde getirdiğini söylüyor. Sonrasında Efe imzalı bir görsel: Ölümüne Geliyoruz. Bu görseli görmeniz lazım, sadece bunu söyleyebilirim, bir de görselde neyi görmediğinizi görmenizi. Sonra karanlık, akıcı ve devamı olsa okumak isteyeceğim bir öykü geliyor karşıma: “İblislerin Buğulu Gözleri”. Fatih Yamantepe yazmış bu öyküyü. Bitirdikten sonra “Güzel, yani… bu tarz bayağı güzel.” dedim kendi kendime. Bir alıntı çakmak istiyorum: “-Karl Marx, Diderot, Helvetius ve Holbach ile poker oynayıp kaybettiği geceden sonra Kapital’i yazmaya karar veriyor. Tüm gece onlara içki servisinde bulunmuştum.” Bir karakter anlatıyor bunu. Müthiş.

Ardından Sıvadık’ta görmekten keyif aldığım bir ismi görüyorum, Beyza Kocaoğlu’nun bir çizimini görüyorum. Kuş besleyen bir insan var ve şu dikkatimi çekiyor: Bize dönük tarafındaki küpe gerçek bir küpeyken diğer kulağında kiraz gibi bir meyve var, o kulağını saklamaya çalışıyor sanki ve o kulağından kopardığı meyveyle besliyor kuşu (sanırım karga). Bir endişe görüyorum gözlerinde. Sonraki sayfaya geçiyorum. Sıvadık’ın bu sayısında son yazı Mehmet Fatih Balkı’ya ait: “Aç Bir Adamın Sanatı”. Babasına “sanat” kelimesinin onun için ne ifade ettiğini soruyor ve aldığı cevabı anlatıyor. Bu dürüst cevabın ardından aslında sanatın ne olduğunu şu şekilde aktarıyor: “Bir çobanın sanatı sürüsüdür. Bir çiftçinin sanatı ektiği, biçtiği tarlasıdır ve o tarla ki sene boyunca ailesini tok tutacak. Bu ihtiyaç duyduğu tek sanat.” Ardından sanat atölyelerinde, sergi salonlarında vb. yerlerde süslü kadehlerden içkiler yudumlanırken sanatçılar tarafından yapılan muhabbetteki kapitalist düzen yergisinin bir tiyatro olduğunu söylüyor. Şu cümle de muhteşem: “Sanatı, oyunu oyunculuğu öyle uçlara götürdüler ki, şimdilerde kendileri bile uzanamıyor.”. Bu cümle özetliyor aslında meseleyi.

Bir sonraki sayfada “Bakışın Açısı” başlıklı bir görsel var ya da sadece “bu açıdan bakın” anlamında koyulmuş da olabilir bu iki kelime. Gerçi bir cezaevi görüyorum nerden bakarsam bakayım. Ne zaman cezaevi görsem hüzünle kin birleşir içimde, aynı hissi hissediyorum. Sonraki sayfada Yeni çıkan fanzin ve fankitlerin tanıtıldığı bölüm var. Bu bölümde bu sayı; Lagari Fanzin Sayı 6, Aylin Ulaba’nın fankiti “Arafta Dans”, Kirli Gözlük Fanzin Sayı 3 ve Fatih Yamantepe’nin Fankiti “Sert Soğuk Gri” var. Son Sayfada Musab Demirağ’ın “Endüljans Nedir?” adında bir karikatürü var. Altında da fanzinlerle ilgili bir kitap fikriyle çıkagelen bir yayınevine haddini bildiren “fanzin kişi”. Bu meseleye dair Efe Elmastaş’ın Fanzin Apartmanı’nda yazdığı yazıyı okumanızı öneririm. Sıvadık Fanzin’in 30. sayısı bu kadardı. Yoğun, kaliteli, ilkesini muhafaza eden ve okunası bir fanzin zaten Sıvadık. İlerlemeye ya da yükselmeye de devam ediyor. Arka kapakta “Hepimiz Sıkıştık” notunu görüyorum son olarak. Keyifliydi. Kesinlikle okuyun derim. Dostlukla…

FANZİN: Sıvadık Fanzin Sayı 30 (PDF İNDİR)