Geçtiğimiz ay Bursa’da Nilüfer Belediyesi tarafından Edebiyat Müzesi’nde gerçekleştirilen Türkiye’nin Yeraltı Suları: Fanzin Edebiyatı sergisine Altay Öktem ile birlikte konuşmacı olarak katıldım. Serginin ayrıntılarına geçmeden önce Edebiyat Müzesi’nin de yer aldığı Misi Köyü’nden ve yaratılan atmosferden bahsetmek istiyorum.
Misi Köyü görülesi bir yer. Temelleri M.Ö. 2 bin sonlarına dayanan köy bugün Gümüştepe Mahallesi olarak adlandırılıyor. Osmanlı döneminde Hristiyan halkın çoğunlukta olduğu yer, üzüm bağları, pekmez ve şarabıyla meşhurmuş. Her ne kadar Kurtuluş Savaşı sonrası Hristiyan nüfus buraları terk etmiş olsa da bu üretimlere devam ediliyormuş. Ortam zaten tarihi dokusunu koruyor. Yerleşke olarak bana Şirince’yi anımsattığını söyleyebilirim. Belediye ise bu tarihi dokuyla sanatı birleştirmek adına bazı girişimlerde bulunmuş. Benzer faaliyetleri de hâlâ devam ediyor. Edebiyat Müzesi, Fotoğraf Müzesi, Sanatevi, Sanat Kahvesi, Yazıevi gibi mekânları aracılıyla hem kültür alanları kuruyor, hem sanat aktivitelerini bu yerleşke üzerinden merkezileştiriyor hem de sanatçıların buraya katılımını sağlıyor. Özellikle Yazıevi, Sanatevi gibi mekânların çeşitli sanatçıların buraya gelmesi adına bir çekim yarattığını söyleyebilirim. Edebiyat Müzesi ise bir okur için adeta kutsal bir yer. Ünlü yazarların, şairlerin mektupları, müsveddeleri, el yazımı şiirleri, daktiloları, gözlükleri, ilk baskı kitapları vs. hepsi bir araya getirilmiş. Edindiğim bilgiye göre müzenin arşivinde daha birçok sergilenecek örnek mevcut. Zaten fanzin sergisinin yapıldığı alanda ilerleyen zamanlarda çeşitli yazarlara, türlere ve bir konuya odaklı sergiler de çıkacakmış.
Biz gittiğimizde Yekhan Pınarlıgil küratörlüğünde düzenlenen Yukarı Bak sergisi devam ediyordu ve kültür mekânları üzerinden Nilüfer’e yayılmış sergiyi Misi ayağından yakalamak kısmet oldu. Serginin ismi hayli manalı. Yukarı Bak, Boğaziçi öğrencilerine “Aşağı bak!” diyen kolluk kuvvetlerine ve temsil ettikleri düzene bir tepki olarak konulmuş bir isim. Zaten çalışmalar ve yer alan sanatçılarla da bu politik, sanatsal tavrı yansıtan isimlerde seçilmiş, çoğunlukla çağdaş sanat eserlerin yer aldığı bir sergi ortaya konmuş.
İşte Edebiyat Müzesi’nde gerçekleşen Türkiye’nin Yeraltı Suları: Fanzin Edebiyatı isimli sergi de bu birleşik sergi maratonunun bir ayağı. Onur Sakarya küratörlüğünde gerçekleşen bu sergide ülkemizde çıkan çeşitli dönemlere ait fanzinler toplanmış ve izleyiciye sunulmuş. Elbet bu fanzin arşivlerinin himaye edildiği bir kütüphane olmadığından Onur Sakarya, hem kendi elindeki 90’lara ait fanzinlerle hem de Altay Öktem ve benim verdiklerimle hatırı sayılır bir arşiv meydana getirmiş. Önemli bir çaba. Şu an ortalama 600’e yakın fanzin örneği, 70’lerden bugüne uzanan bir fanzin seçkisi var ve şayet ileriki dönemlerde bir kütüphane oluşumuna gidilirse önemli bir arşive ev sahipliği yapacağına inanıyorum. Fanzin okurları için hazine niteliğinde bir derleme… Özellikle 80’lerde çıkmış bilimkurgu fanzinleri (ki çok az örneği günümüze ulaştı), 90’larda çıkmış fanzinler hakikaten görülesi. Tabii insan şöyle bir eline alıp karıştırmak, okumak, gözlemlemek istiyor ama hem bir sergi düzeni olması, hem de hassas örneklere sahip olunması sebebiyle haklı olarak buna izin verilmiyor.
11 Haziran günü gerçekleşen sergi açılışı hayli yağmurlu başladı. Misi Köyü’ne giderken o yağmuru görünce, İzmir’deki tecrübelerime dayanarak “bu yağmurda kimse gelmez” diye içimden geçirdim. Ne kadar yollar düzgün olsa da merkezde bir yer değil, köy yolu en nihayetinde. Ama adım adım katılımcılar gelmeye başlayınca bu düşüncemin yersiz olduğunun farkına vardım. Açılışı Onur Sakarya yaptı ve 90’lardaki fanzin yolculuğundan bahsetti. Lise yıllarında çıkardığı fanzinlerden ve o dönemin fanzin algısı üzerine düşüncelerini aktardı. Ben ise fanzin öncesi alternatif yayın çabalarından başlayarak Amatör Basım Dernekleri, Samizdat ve en nihayetinde bir yayın türü olarak fanzin konusunda bir konuşma gerçekleştirdim. Altay Öktem ise 90’lara odaklı bir anlatım üzerinden ülkemizde çıkmış, farklı hikâyeleri olan çeşitli fanzinlerden bahsetti. Kendi dönemini kapsaması, bu konuda araştırma yapmış, kitap yayınlamış biri olması sebebiyle o günün düşünce dünyasını da içine alan bir sohbet gerçekleştirdi. Fanzin adına güzel bir söyleşi olduğunu söyleyebilirim. Daha sonrasında söyleşi bitti ve sergi seyri başladı. Elbet fanzin etkinliği fanzinsiz olmaz 🙂 Oraya gelen bir kişi fanzin sohbetine geldiyse bir tane de alıp yanında götürmek ister. Bu okurun fanzinle kurduğu en önemli bağdır, fanzin ulaşılabilirdir. (Yüksek sanat ürünü olsa bile) yüksekte bir yerlerde duramaz. Keşfedilmeyi bekler. Özet olarak bir çanta fanzini yaydım masaya, katılımcılar inceledi, okudu, sayfalarını çevirdi. Herkes beğendiği, ilgisini çeken fanzinleri toplamaya girişti. Gün sonunda pek bir şey kalmamıştı.
İlerleyen saatlerde kalmak isteyenlerle bir fanzin atölyesi gerçekleştirdik ve elimizdeki hazır materyallerden kolaj çalışmaları meydana getirdik. Şu masa başı sohbetlerini oldum olası sevmişimdir. Birlikte olduğun insanların dünyalarına girme, onlarla tanışma fırsatı sunar. Çoğunlukla keyiflidir. Söyleşi esnasında karşında oturup “ne diyor bu adam, ne anlatıyor şimdi” gibisinden dik dik bakan kişi gider bir etkileşim başlar. Fanzin zaten tam da budur. Onu farklı kılan, okuduğun, takip ettiğin yayın ve onu çıkartanlarla kurduğun dolayımsız ilişkidir.
Bize böyle bir imkânı sunan, emeği geçen, gelen, selamını esirgemeyen herkese teşekkürler.
Fanzin Yürüyor!