Merhaba Fanzin Apartman’nın susmamış, tek bastırmaya çalıştığı, özgür bir yayın kafasının ürünü olan fanzin ve fankit sahipleri, siz değerli okuyucular, sizlere seslenmekten oldukça memnunum. Bugün size tanıtacağım şey bir fankittir, ufaktan başlayalım bakalım.
Zihinlerin derinliklerinden kılcal damarlar vasıtasıyla adeta bir kan gibi parmak uçlarına kadar inen, harflerin yan yana gelerek anlamlı kelimeleri ve birbiri ardına gelen bilinçli bir şekilde yerleştirilmiş cümleciklerin bir çığ gibi büyüyerek paragrafları oluşturduğunu görüyoruz. Okunduğu zaman, debisi yüksek bir nehrin yatağında açtığı hasar gibi, dimağınızı aşındıracak; bazen aşındırdığı yerleri içinde taşıdığı manalar ile dolduracak; kimi zaman hızlı ve coşkun akacak kimi zaman ise stabil bir şekilde ilerleyecektir. Her biri ayrı boşluğa fırlatılan bu eserleri, her birinin sahip olduğu boşluğu ve kendisini; yeni bir boşluğun içine koyarak toplayan bu fankitin adı “Sis Kuşağı; Represyon” dur. Şimdi, bu her şeye rağmen basma inadıyla yaratılmış fankiti parçalayarak incelemeye çalışacağım. Adından başlayalım, evvela bölünmüş olanı belirteyim; sis kuşağı ve represyon. Sis kuşağı; ışığın çok küçük damlacıklar içinde farklı fiziksel süreçlerden geçmesi sonucu ışığın kırılmasıyla oluşan renkten yoksun bir kuşaktır. Hızlıca göz gezdirdiğimde arka kapakta, aynı zamanda fankitin ilk yazısından da bir alıntı dikkatimi çekmişti, açıkçası ilk başta bağdaştıramamıştım tam olarak. Üzerine düşüp, derinliklerine inip derinliklerime inmesine izin verince daha iyi anlıyorum, tam olarak şöyle diyordu; Sürekli bir endişe hali bu, hepimizi sarıp sarmalayan kasvetli, gri, yoğun bir baskının içinde, ışığın kırılmasıyla oluşan renkten yoksun bir sis kuşağı gibi. Tektipleştirilmiş her zihnin röntgeni, insanlığın yongası.
Represyon ise kısaca bastırmak manasına gelir. Belgin Karakuş’un yazdığı fankit başında Gestalt psikolojisi üzerinden bu kavrama genel bir bakış yapılmış ve şu şekilde tanımlanmıştır; zihnin ve bedenin arzularına ket vurmak. İşte bu fankit, zihnin sınırlarını aşamayıp dile getirilemeyenleri ve bu bastırma hikayeleri üzerine oluşturulmuştur. Kapak tasarımını Efe Elmastaş’ın yaptığı ve Belgin Karakuş’un yazısıyla başlaya fankitin sesleri; Cem Yıldız Zeynep, Hüseyin’in Biri, Tuğçe H. Yıldırım, Ece Gökçe, Efsun Etlioğlu, Ruhşen Doğan Nar, Serkan Üstündağ, Kardelen, Besime Tepe, Emrah Ersan, Sülbiye Yıldırım, Ozan, Celine Nefastus, Rabia Güvenç, Aylin Ulaba, Saltuk Doğan, Vertigo ve Aşkın Umut Taş’tır.
“İzliyorsunuz ama anlatmıyorsunuz çünkü size sahneler yaratan zihniniz kadar cesur değil diliniz!” diyor Cem Kılıç ‘Zangoç’ isimli kısa denemesinde. Zangoç, kilisede çanları çalan ve kiliseye hizmet veren kişiye denmektedir. Çan bir çağrıdır ve bir bakıma Cem Kılıç, zihnimizin karanlıklarını, bilinçaltımıza işlenmiş, gördüğümüz ama dillendirmediğimiz; duyduğumuz ama tepki vermediğimiz, bastırdığımız her şeyi korkmadan, daha da yaklaşarak anlatmamızı istiyor. Diğer yazıların ise bu çağrıya nasıl kulak verip dillendirdiklerine şahit olacağız.
İkinci yazı ise kendi zihnimde kurduğum, elime geçen her fırsatta dillendirdiğim “Etiketler” ile ilgilidir. Bu yazı Zeynep adında bir kişiye ait. O kadar doğru şeyler söylüyor ki, her birini alıp insanların zihinlerine şırıngayla enjekte etmek istiyorum. İnsanı yalnız insan olduğu için değil, o insanın seçimlerine, cinsel yönelimlerine, diline, dinine, ırkına, rengine göre nasıl etiketlediğimizi, LBGT+ bireyler üzerinden kendinin de deneyimlemiş olduğu, samimi bir dil kullanarak gerçekleştirdiği bir boşaltma eylemidir bu yazı, dikkate alınmalı.
Ardından gelen yazı beni epey duygulandırdı ve boğazıma gelip bir yumru gibi oturdu sanki. Acıdığım için değil, ayna tuttuğu için. Hüseyin’in Biri adlı kişiye ait ‘Büyüyen Gözler ve Sıkılan Dişler’ başlıklı bu yazı, bu ülkede özelliklede kırsal kesimlerde bugün bile hâlâ derinleşen bir yaradır. Bu yaranın betimlenmesini ilk elden dinlemek, insanın yüzüne bir tokat gibi iniyor. Otoriterin değişemeyeceği yerde yazarın da dediği gibi kendini savunmak kadar aklına sahip çıkmak da önemli. Ses olduğu için teşekkürler kendisine, güzel bir yazıydı.
Bir sonraki sayfada ‘İçimizdeki Zorbalık ve İktidar Üzerine’ başlıklı denememle ben varım. Gördüklerim ve deneyimlediklerim üzerinden bir şeyler anlatmaya çalıştım. Beni takip eden yazı ise “Monologlar” başlıklı yazısı ile Ece Gökçe oluyor. O meşhur soruyu soruyor sürekli, ben kimim? Toplumun verdiği cevapları yansıtıyor, iç sıkıntısını anlatıyor siz de onu dinliyorsunuz. Bazen hissettiklerinizi tanımlayamazsınız da gelir biri tanımlar sizin yerinize, işte aynen öyle. Neyse devam edelim bakalım.
Efsun Etlioğlu’ndan ters köşe yapan bir öykü var sırada. ‘Hatırla’ başlıklı bu öykü için, keşke hatırlanmasaydı diyebilirim. Bir nimet olan unutmanın sıcacık kollarında kalsaydı. Ardından yine bu toplumda oldukça yer edinmiş, bir dini inanca yeterince sahip olmayan kişiler üzerinden anlatılan bir hikâye var. “Göğe Açılan Eller” başlıklı bu hikâyeyi Ruhşen Doğan Nar yazmış, kendisine bu noktaya değindiği için ayrıca teşekkür ederim. Bir diğer yazı ise daha önce de hikâyelerini okumuş olduğum Serkan Üstündağ’a ait. “Öfke Çemberi” başlıklı bu hikâyesinde de daha önceki okumuş olduğum hikâyesi gibi ilginç bir anlatım vardı. Özellikle karakter bağlamında biraz farklı yol izleyip, anlatmak istediğini bunun üzerine kuruyor. Okunmaya değer olduğunu düşünüyorum.
Fankitteki bütün eserlere değinmek, onlar üzerine fikir beyan etme isteğimi durduruyorum. Eğer böyle bir şey yapsam sayfalar dolusu yazı çıkacaktır. Şunu söylemeliyim ki fankitteki tüm yazılar birbirinden anlamlıdır. Aynı zamanda her biri, bir zincirin halkası gibidir. Birbirini etkileyen, tamamlayan bu halkaların oluşturduğu zincir insanın boynuna geçirilmiştir. Her bir eserin derinliği, anlatmaya çalıştığı bir şeyler var. Her biri kendilerinden ve çevrelerinden hareketle sizinle konuşmaya çalışıyor, ses çıkarıyorlar bulundukları delikten. Bu sesler, bazen bir ayna olup size kendinizi gösterecek (yahut toplumu), bazen önünüzdeki bir duvarı betimleyecek, bazen ise yoldaki bir taş nasıl kaldırılır onu söyleyecek. Sitemler, biriken ve sonunda taşan duyguları hissedeceksiniz. Sizin de aklınızda dağınık bir şekilde isimleri kalacak eser sahiplerinin çünkü bu fankitin kapağını aralayarak bunu göze almış olacaksınız. Yazının başlarında saymış olduğum tüm isimlere selam ederim. Artık yalnızca bir okuyucu değil, bir kulaksınız da. Haydi, başlayın, duymaya. “İnsan aşıldığında ilk iş; insana sığmak gerekir” diyen Aylin Ulaba’nın eserinde durup düşünenlerden olmanız temennisiyle. PDF’yi aşağıya bıraktım, üzerine tıklamanız yeterli. Apartman’da kalın, sevgilerle…