Başımızı yastığa en son ne zaman içimiz huzurlu, vicdanımız rahat, ruhumuz dingin koyduk? En son ne zaman yeni günü selamladığımızda, gözlerimizi hafifçe kırpıştırarak odayı dolduran güneşin tadını çıkardığımızda yeni günün getireceklerine heyecanlandık? Ben hatırlamıyorum. Heyecanlanmak şöyle dursun, yeni günden korkuyorum. Bilgisayar, televizyon, telefon ekranlarında sürekli değişen gündemi takip ederken yoruluyorum. Yolda yürürken sürekli kendi arkamı kolluyorum, bir ekmek alırken cebimi yokluyorum. Göğsümde bir ağırlık, olan bitenin hızı yüzünden olayların içeriğine odaklanmak imkânsız. Her sabah uyandığın ev, bir önceki gün uyandığın ev değil. Daha korku dolu, daha tedirgin, daha fakir.
“Tüm renkler soldu kapkara çukurda
Tüm sesler sustu bir anda”
Ne yapıyoruz böyle anlarda? Kitaplara sığınıyoruz, yazanlara, konuşunca susturulanların yazdıklarına, şarkılara, saatlerce konuşmak yerine her şeyi bir nakarata sığdıranlara. Sıvadık’ın 31. sayısının kapağında bizi She Past Away karşılıyor. “Tüm ruhlar çürümüş, kasvetli kutlama”
Giriş yazısında da benimle benzer bir bunalımdan bahsedilmesi, çelişkili ifadelerin zihinleri allak bullak ettiği, üretimin zorlaştığı ve normal’in anlamını yitirdiği şu zamanların altının çizilmesi içime bir miktar da olsa su serpti. Yalnız değiliz, hepimiz bu kapkara çukurdayız.
Aylin Ulaba “Yol Haritası” adını verdiği yazısında insanın varoluş sancısına profesyonel bir bakıştan açıklık getiriyor ve ne, nedir, nasıl sorularına olabildiğince cevap veriyor. Kendi tecrübelerinden yararlanarak verdiği örnekler anlatımı daha akıcı, daha anlaşılır ve daha samimi yapıyor. Yazısını ise içimizde minik kıpırdanmalara yol açacak bir cümle ile bitiriyor: “Seni özel kılan hiçbir şey yok ve aynı zamanda bu yüzden bile özel olabilirsin.”
Nil Göksel “Acı Bilgi” başlığı altında kaleme aldığı yazısında “Çok acı var” farkındalığının insan üzerinde yarattığı dipsiz düşüş hissini anlatıyor ve eğer bu hisse izin verirsek yaşama tutunacak bir bağımızın kalmayabileceğinden, dolayısıyla acıyla ne yapacağımızı öğrenmemiz gerektiğinden bahsediyor. Sonrasında insanların benimsediği, acıyı hayatımızda nereye koyup üstesinden nasıl geleceğimizi ya da en azından nasıl hafifletip normalleştirebileceğimizi anlatan birkaç alternatif sıralıyor: Unutma, yüceltme, bağımlılık, doğallaştırma…
Yiğit Ergün bir şiirle çıkıyor karşımıza. Yeni nesil, akıcı, insanı yer yer düşündüren ve sonuna gelindiğinde “ben masalımı arıyorum tekrar, sen masalından yorgun” dizeleri yüzünden gücendiren harika bir şiir olmuş “Telaşlı Cenaze”.
Gökhan Toker bize She Past Away grubunu tanıtırken Serkan Üstündağ “Ölümünle Hayat Ver” adlı öyküsüyle bizi selamlıyor. Homo sapiens egosu etrafında dönen bu kısa öykü aslında çok da uzak gelecekte değil. Hemen yanı başımızda, halihazırda tükenen su kaynakları Homo sapiens’i her an bu seçimleri yapmaya, bu bencilliği normalleştirmeye, ekosistemi kendi hizmetine sunmaya itebilir. Kısa ama dolu dolu bir öyküydü.
Sonraki sayfalarda bize Köksal Erdenoğlu, Göktürk Yaşar, Fatih Yamantepe, Zeynep Yıldırım eşlik ederken Efe “Şeytana Sarılmak” yazısıyla karşımıza çıkıyor sayfaların arasından. Empatinin semavi dinlerdeki kusurlarından yola çıkarak kaleme aldığı bu yazıda ötekileştirmenin dini, siyasal, toplumsal ve kültürel temeline inerek “ilk öteki kimlik” kavramına yani şeytana değiniyor. Semavi dinlerdeki şeytan tasvirlerini karşılaştırarak yaptığı çıkarımlar sizi bulunduğunuz ortamda biraz olsun düşünmeye itiyor. Çok başarılı.
Sıvadık’ın 31. Sayısı yine dolu dolu. Sıvadık yine istikrarlı. Sıvadık yine yalnız olmadığımızı bir kere daha hissettiriyor. Yolunuz hep açık olsun. Kapkara çukurlardan çıkıp gün ışığında buluşmak dileğiyle.