GAK’ın İlk Sayı Konusu Akıl (PDFli)

 

Güzel işler her zaman kendilerini belli eder. Daha en başından farklılığını ortaya koyar, bakış açısını sezdirir. Geçtiğimiz aylarda çıkan Gak Fanzin de bende böylesi bir his uyandırdı ve ilgimi çekti. Hatta bir çıktısını alıp okumaya giriştim. Neyse ki bu yazıyı okuyan ve Gak Fanzin’i bu yazıyla tanıyacak olanlar şanslısınız. İlk sayının nazar boncuğu olarak bir dizgi hatası vardı ve bildiğiniz A4 halinde basarak okuduğumu söylemeliyim. Neyse ki kendileri bu tasarım sorununun kısa zamanda üstesinden gelerek bizlere tam 64 sayfalık, kapı gibi bir fanzin sundu. İlk sayılarında akıl temasının işlendiği sayıdan kısa kısa bahsedeceğim. Yazıların hepsi iyi. Okuyun ve siz değerlendirin dostlar. Elbet beğeni görecelidir ama okuyunca sizin de beğeneceğinizi düşünüyorum.

Öncelikle şunu belirtmeliyim; yazarların hepsi yazılarını mahlas kullanarak kaleme almış. Güncel siyasi konular veya çeşitli ideolojik söylemler yer alamamasına rağmen neden böyle bir yol izlediklerini düşündüm ve aklıma tek bir olasılık geldi. Özgürlük. Hiçbir otosansüre bağlı kalmadan yazmak ve bir bakıma düşüncelerini sağaltmak… İşte tam bu noktada başyazı kendini gösteriyor ve okuyucuya bir dip not sunuyor.

Gak sadece olduğu için vardır.

Ne olduğuna kafa yormak yerine konup göçmesine izin versen iyi edersin.

İlk sayfada bizi karşılayan Prologos şiiri hayli hoş bir başlangıç olmuş. Metnin çağrıştırdığı anlatı çekici olmasının yanında bir ahenk kaygısıyla hareket edildiği kendini belli ediyor. İçerik ve ritim uyumunun güzel bir örneği. İşin ilgi çeken bir yanıysa fanzinin arka kapağında yer alan Epilogos şiirinin de aynı yazara ait olduğu belirli oluyor. Belki de değildir, çünkü kime ait olduğuna dair bir harf bile yer almamış. Buna karşın başı ve sonuyla kurulan bu ikilemenin hoşuma gittiğini söylemeliyim.

Akıl Kaçırma Simülasyonu adlı yazıysa bende bazı düşünceleri uyandırdı. Özellikle yazarının mahlası olan Schrödinger’in kendisini beklerken ise bana iddiası kuvvetli bir isim olarak geldi. Tabii buradan yola çıkarak yazıyı ve mahlası bütünleştirdim. Kısaca kendimi ifade etmem gerekirse:

Gözlerimizi kapadığımız, ilgilenmediğimiz olgulardan hareketle; postmodern çağın tüm olasılıklarıyla kendi kabulünü dayatıyor olması bizleri gerçeklik arayışına itiyor. İşte Schrödinger’i bekleyiş, teorideki malum kedinin akıbeti değil, bu denklemi önümüze koyanın kendisidir. Bakmadığımız, görmediğimiz yerlerde hayatlar sürmekte. İşte tam da bu farkındalığı oluşturmak adına Schrödinger’in kendisine ihtiyaç var. Bu puslu körlüğü dağıtmak, simülasyonu yıkmak adına.

Öteki Hanım ise Her Kuşun Aklı Yenmez isimli yazsında günümüz insanıyla papağanlar arasında benzerliğe dikkat çekerek, sözcülerinde, düşüncelerinde bir akıl süzgecinden geçirmeden kabullendiğine, yorumlama yetisinden uzaklaştığını ifade etmekte. Akıl yürütmenin insanın tekelinde olmadığının altını çizerek, kutsal kitaplar ve mitlerin bizleri eşref-i mahlûkat olma masalına inandırdığını belirtiyor. İnsanın kendini her şeyin üzerinde, her şeyin hâkimi olarak görmesinin fütursuzlaşmayı da beraberinde getirdiğini belirterek, yüksek perdeden konuşan, dediklerini tekrarlayan kimselerin aslında birer papağan olduğunu dile getiriyor.

Düşünüyorum, O Halde İsyan isimli yazıda ise (yazarın mahlası Almanca ve hayli uzun) beyinlerimizin sıkışmışlığından ve bunu aşmak adına onu rahatlatmanın, gevşetmenin yollarından bahsetmiş. Bu anlatıları yazılandan okumanızı istediğim için fazla açmıyorum ama yazarın bizlerden önemli bir isteği var. Belki de bu yazıda altı kalın çizilmesi gerek önemli bir nokta. Beyimizi rahatlatmayı daha iyi, itaatkâr köleler olmak için değil düşünmek, yorumlamak, sorgulamak adına gerçekleştirmemizi istiyor. Ne kadar haklı bir talep. Teşekkürler mahlası uzun insan.

Bir Plasentanın Mütevazi Hikayesi ise iki anne tarafından büyütülen birinin kendi ağzından anlattığı hikayesini konu alıyor. Buranın altını çizmemin sebebi ise kişilik inşasının önemli bir kısmını bu duruma dayandırması. Laedri mahlaslı yazar “zehirli erkeklik” olarak adlandırdığı bu ataerkil zihniyetin aile örgüsü içinde yer almamış olmasını avantaj olarak görmekte ve akıl üzerine sorguya girişmekte. Salt aklın onu esir almasından kendisini sakınan biri olarak da tarif edilebilir. Özellikle acı çekmek konusundaki sözleri kafama çekiç gibi oturdu. Acıya doymayan mutlu olabilir mi? Yazının sonunda ise bir soru soruyor Laedri. Ben de bu yazı vesilesiyle cevabımı iletmek istiyorum. Güçlü bağlar kurarak, kişinin daha doyurucu çıkarımlar ortaya koyması adına ben “Evet” diyorum. Tabii konu hayli tartışmalı bir mevzu.

Ne O, Yoksa Sen Fetöcü Müsün? adını taşıyan yazısıyla Rulman ibn-i Segman ise akıl ve otoriter iktidar bağıntısına bir mantık dizilimi üzerinden yaklaşarak güzel bir yazıya imza atmış. Tren metaforu yazının bütününde bir katalizör görevi görmüş diyebilirim. Tesadüf bu ya, Öteki Hanım’ın yazmış olduğu yazıdaki eşref-i mahlûkat vurgusu hemen hemen aynı düzlemden hareketle söze açılmış. Onların da fanzinde gördüklerinde buna şaşırdığına eminim. Açıkçası metnin dili diğer yazılardan biraz farklı. Bizleri terimlere boğmasa da yazarın yaklaşımından İslam felsefesi’ne yakınlığını sezinleyebiliyorsunuz. Hap bilgi şeklinde bıraktığı satır başı cümleler, bırakılan boşluklardaki derinlik hissi… Eline sağlık.

Kaiser Söze’nin kaleme aldığı Rantın Yolu Birdir yazısıysa toplumumuz içinde hayli güncel bir noktaya parmak basmış. Zaten yazıya girişin öncesinde de o parmağı görmeniz mümkün. Genel olarak yazıda akılcılığın pragmatizmle yer değiştirmesine değiniliyor ve entelektüel çabaların kazanç sağlamak uğruna sistemin yozlaştırıcı çarkları yönünde işletilmesinden bahsediliyor. Ahlaki değerlerin sözde mantıksal çıkarımlarla silikleşmesi, kaybolan utanma duygusu ve ülkenin 20 yıl içinde buraya nasıl geldiğini anlatıyor. Güncel sorunumuz, kanayan yaramız olan liyakat bu yazının temel konuları içinde yer almakta.

Hakkında yazmak istediğim son yazı da Persephone’ye ait olan Ne Zaman Unutmaya Başladım isimli hikâye. Alzheimer olan bir annenin çocuğunun ağzından yazılan öyküde aklın varlığı sorgulanmakta. Yitip giden hatıralar, eşyalar, isimlerden geriye sadece bir his kalarak zihnin yavaş yavaş boşaldığına tanık oluyor. Kısacası bilinç bulunduğu yaşam alanında soyutlanarak yeni bir hâle bürünüyor ve bu “yeni” halinde her şeyi yeniden, tekrar tekrar inşaya girişiyor. Çevresinde yer alan kişiler yabancı olduğu kadar hastanın hakkında çok şey bilen kişiler. Haliyle bu durum insanda bir korku hali yaratıyor. Başarılı işlenmiş bir metin.

Fanzinde ayrıca çeşitli ünlü yazarlardan alıntılar var ve bunların yabancı dilde olanları İngilizce haliyle basılarak okura aktarılmış. Görselleme ve tasarım da hayli hoş. Okurda bir beğeni uyandırdığı açık. Siz de bu sayıyı okuyun diye aşağıda PDF’ini paylaşıyorum ve sizi GAK ile tanışmaya davet ediyorum.

FANZİN: Gak Fanzin Sayı 1 (PDF İNDİR)