“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk; hiçbir yere gitmiyor…”
Faraş Fanzin 6. Sayısıyla bizlerle buluşuyor. Pandemi sürecinden geçtiğimiz şu zorlu dönemde belirledikleri “çocukluk” temasıyla içimize biraz ferahlık veriyorlar.
Fanzinde şiirler, öyküler ve deneme yazıları var.
Büyüdüğümüz zaman neler değişiyor hayatımızda? Hüzünlerimiz, sevinçlerimiz, inançlarımız yok mu oluyor yoksa şekil bir değiştiriyor? Her çocuk farklıdır, farklı yetiştirilir. Hayaller kurar, keşifler yapar, masallara inanır. Her çocuk bir umuttur. Kimimiz unuturuz çocuk olduğumuzu. Yetişkin dünyamıza çekiliriz. Fanzinde artarda sıralanmış yazılar “Ben Büyüdüğüm Zaman” , “Hedef: Çocukluk” ve Malihülya’nın yazdığı “Gerçekliğe Hoşgeldin” sizi alıyor ve çocukluğunuza doğru bir yolculuğa çıkarıyor…
Köy Enstitüleri ve eğitim sistemi ile ilgili olan yazı oldukça dikkat çekici ve doyurucu olmuş. Aileden başlayan eğitim okulda devam ediyor. Ebeveynlerimizden öğrendiklerimiz bir yana, okulda öğrendiklerimiz bizi hayata hazırlıyor.
İsmail Hakkı Tonguç’un dediği gibi “İş için, iş vasıtasıyla, iş için eğitim” açılan enstitüler birer birer kapandı, kapatıldı. Peki, neden açıldı, eğitimi nasıldı, neden kapatıldı? O günden bu güne eğitim sistemimizde neler değişti, nereye doğru evriliyor? Tüm bu soruların cevabını bulabileceğiniz bir yazı.
“Canı Sıkılmayan Çocuklar” başlıklı yazıda özellikle anne-babalar için okunması gereken bir yazı. Evde kapalı kaldığımız pandemi günlerinde hepimiz sıkılıyoruz. Oyalanmak için kendimize işler yaratıyoruz. Çocuklarımız eline de veriyoruz tableti, telefonu… Saatlerce bir ekrana bakarak zaman geçiriyorlar. Bu yazı bize aslında sıkılmanın çocukların oyun oynayarak hayal gücünü geliştirdiğini söylüyor. Belki de sıkılmak o kadar da kötü bir şey değildir!
Fanzinde beni en çok etkileyen “Kelebek Etkisi” yazısı oldu. Bebekler hiçbir şeyin farkında olmadan bilmedikleri bir dünyaya doğarlar. Doğdukları yeri seçemez çocuklar, anne-babalarını seçemez, doğacağı evi seçemez. Bu yüzden kimi çocuk şansızdır, bir savaşın, açlığın, sefaletin içine doğar, çalışmak zorunda kalır, “çocuk işçi” olur, küçücük elleriyle boyundan büyük işlere karışır…
Hani bir şarkı vardır. “Bir dünya bırakın biz çocuklara; ıslanmış olmasın gözyaşlarıyla…” diye devam eder. Keşke bırakabilsek… Kim bilir ne güzel bir dünyada olurduk şimdi!
Yeni sayıda umut var, hüzün var, çocuk işçiler, hiç çocukluğunu yaşamamış olanlar ve içindeki çocuğu hiç öldürmemiş olanlar var… Bu sayı onlar için!
İyi okumalar…