Her fanzin bir tomar kâğıt parçasından fazlasıdır. İçindeki öykülerden, şiirlerden, denemelerden ziyade verdiği mesajın, çizdiği imajın ta kendisidir. Fanzini ele alıp okumak yetmez. Her kelimeye dokunmalı insan. Çünkü kadın-erkek, genç-yaşlı demeden her kitleye hitap eden o kâğıt parçası ansızın insanın hayatına dokunabilir. Şu an elimde Selig Fanzin’in ikinci sayısı bulunmakta. Daha önce hiç duymadığım için adını araştırmakla koyuldum işe ve “bahtiyar, mesut” anlamına geldiğini öğrendim. Bu bilgi benim için ufak bir ipucu niteliğinde oldu içerik konusunda. Kapakta beni nahif kişiliğini satırlarına yansıtan, çokça beğendiğim bir şahsın alıntısı karşıladı. Bilge Karasu “Sınırlı olan, engel yaratan, dil değil, vericinin kafası; metin değil, alıcının kafasıdır.” diyor satırların arasından. Bu iddialı ve bir o kadar da kendinden emin kelimeler, Selig Fanzin’in çok çabalayarak ve ince eleyip sık dokuyarak bu sayıyı ortaya konduğunu fısıldıyor bana. Sonrasında bir giriş yazısı karşılıyor bizi. Çok içtenlikle yazılmış, önceki fanzinden alınan geri dönütlerle ufacık hataların kapatıldığı anlatılmış. Kendilerince yaptıkları öykü tanımı ise beni bir hayli etkiledi. Evet, her insanın hayatı kendi öyküsü. Bu giriş yazısının sonunda “Talofa sevgili okur!” diyerek Samoalı dilinde selamlıyorlar bizi.
İlk başta Abdulkadir Pala, Çocuk: “Görünen Eller” adını verdiği mini öyküsüyle karşılıyor beni. Betimlemeleriyle, gözlemleriyle çok beğendiğim bir yazı oldu hiç şüphesiz. Belki yazar o çocuğa dokunamadı, ailesini bulmasına yardım edemedi ama sen benim içimdeki çocuğa dokundun Abdulkadir. Bir kuşun utandığında yanaklarının kızardığını görebiliyorum. Fatma Şen “Bir Hareketin Tasviri” adını verdiği durum öyküsüyle karşıma çıkıyor. Bu öyküye başka bir başlık düşünemezdim, tüm öyküyü sarıp sarmalayan bu üç kelime kesinlikle çok başarılı seçilmiş. Okuduğum her satırı gözlerim önünde canlandırdım, her duyguyu hissettim. Tebrikler Fatma, umarım bir sonraki sayıda karşılaşırız ve ayak seslerinden tanırım seni. Yalnızlığı, sevgiyi, şefkati ve veda dediğimiz o zor eylemi, sonundaki kavuşmak istemini ne de güzel anlatmış Melih Mert Biçer “Marangoz” adını verdiği öyküsünde. Uzunca zaman düşündüğüm o cümleyi de burada sizinle paylaşmak istiyorum: “Hastalıklı bir yalnızlıktı, ne kendi yalnızlığından vazgeçiyor ne de yalnızlığının sandalyesine başkasını oturtuyordu.” Hilmi Yavuz’un Kış Meditationları şiirinden bir alıntıyla başlıyor Sema Kaya’nın “Luriana Lurille” adını verdiği öyküsü ve gözlerimizin önünde kelimelerle bir resim çiziyor. Çehov kıvamında bir yazıydı, tebrikler Sema. Satırlarının arasına ilişen çizim ise oldukça etkiledi beni, eminim okuyan herkesi etkileyeceği gibi. Selig Fanzin’in devamında Semi Yılmaz’dan Islık, Yavuz Yılmaz’dan O Ben Değilim ve Ebrar Kılınç’tan Söz Hapsi öyküleri bizleri karşılıyor. Araya sıkıştırılmış bir biyografik yazı da var tabii ki. Yavuz Yılmaz’ın derleyerek oluşturduğu ve bizi Bilge Karasu’ya bir adım daha yaklaştıran “Bilge Karasu – Troya’da neden ölüm vardı?” yazısı gerçekten okunmaya değer. Selig Fanzin okurlarını da unutmamış ve giriş yazısındaki gibi herkesi yazmaya çağırıyor son sayfalarında. İki boş sayfa bırakmışlar bize, yazalım diye. Ben yazımı yazdım değerli Selig Fanzin yazarları, mutlaka size de ulaştıracağım satırlarımı.
Bu bir veda değil diyor Selig Fanzin bize. Bence de öyle, hatta bu güçlü bir merhaba. Aramıza hoş geldiniz, bir sonraki sayıda görüşmek üzere…
Talofa!