Öncelikle fanzine ismini veren ‘ve celle senâük’ nereden geliyor ve ne anlama geliyor? Çok kısa olarak anlatacak olursak; İslam inancında sadece cenaze namazlarında Sübhâneke duasında kullanılan bir parça. Kabaca ve kendimce tercümesini yapacak olursam ‘yücenin ulu övgüsü’ diyebilirim. Fanzini de elinize alıp açtığınızda buraya bir atıf yaparak ilk cümle ‘-artık ölülerimizi gömme zamanı geldi!’ ile başlıyor. Bu minvalde de metinlerde bir nebze olsun varlık-hiçlik metaforlarına rastlamak mümkün.
“doğmatok” ve “rob’un şiiri” isimli şiirlerle, “schopenhauer’ın 21.yy piçi” ve “tırabzon, zaro, tanrı” öyküleri ile “dorwad.47” isimli bir topos öykü ve son olarak ise “delirtisellik” isimli bir deneme ile ikinci sayının metinleri oluşmuş vaziyette. Bir de güzel çizim var ki şahane, insanın altında yatan farklılığı çizimdeki fermuarı açıp öğreneceğimize işaret eder tatta.
“doğmatok” şiirini ele alacak olursam bir insanın hiçliğe yolculuğunu bizlere tersine bir kronoloji ile anlatıyor. Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi misali. “rob’un şiiri” ise toplumdan dışlanmış bir karakterin yine de kendini gerçekleştirme arzusuyla yanıp tutuşmasını anlattığı bir eser olmuş. Günümüz paradoksunu da güzel vermiş bu eser. Genel olarak bu sayıdaki şiirlerde sade ve aşırı betimlemeden uzak bir dil hakim. Bizleri aşırı derece de muğlak da bırakacak bir ilke oluşturmuyor.
Öykülere gelecek olursam “schopenhauer’ın 21.yy piçi” eseri Arthur Schopenhauer’ın acı, kötümser gibi fikirlerini güzelce bir süzgeçten geçirip önümüze sunmuş. Aslında burada biraz da Camus’un Sisifos Söyleni’nin etkileşiminden de bahsetmek gerek. Çünkü orada aslında yaşam bir çeşit de ölümdü. Ama öyküdeki gibi insan herkesin öleceği bu hayata yine de bağlanıp yaşamaya devam ediyordu. Schopenhauer’ın “Acı çekenler ile çektirenler aynıdır.” sözünden de yola çıkmakta fayda var. Çünkü öykü ‘hiçlik ve herkes’in iç içe geçişinden bahsederek norm dışında toplumun norm dışındakine verdiği acıyla bir özdeşim kurmuş vaziyette. Felsefe altyapısıyla güzel bir öykü olmuş ellere sağlık; ama keşke daha uzun olsaydı. Okurken sonuna geldiğimde sanki sonu aceleye gelmiş gibi hissettim.
“delirtisellik” isimli deneme de yukarıda anlattığım öykünün izlerini taşıyor. Varlık-hiçlik ve toplum karşısındaki insan gibi konulara burada rastlıyoruz. ‘doğum lekem düşünceydi. beynimi kemirense varlık’ cümlesi ile başlayıp ‘bütün acılar oda sıcaklığında erir’ cümlesi ile son buluyor. Bu cümleler gibi baştan sona çok güzel aforizmalar var.
Son olarak ise “dorwad.47” isimli öyküden bahsedeyim. Topos olarak nitelendirdim. Çünkü bir yer var ama ütopya veya distopya olduğuna tam kararlılık getiremiyoruz. Klasikleşmiş bir söz ile de açıklayacak olursam her ütopya bir distopyadır. Çünkü eserdeki yöntem kimimize doğru kimimize yanlış gelebilir. Aslında bu öykü bana İngilizlerin güzel dizisi Utopia’yı anımsattı. Orada da Janus isimli bir virüs ile doğal kaynakların yeterliliğini sağlamak için insanların ölmesi gerekiyordu. Bu öykü ise 30 yıl sonrasını anlatıyor ve su kaynakları için bir kitle ölümü gerekiyor. Virüsü yapan Erik Zain’in ölümünde ise insanın ne güzel kendisinin ölçüsü olduğunu bize hissettirmeye çalışıyor. Sosyal mesaj açısından bol bir yapıt olmuş.
Emeği geçmiş herkese teşekkürler.