Tamu Yolcuları’nın; cehennem ümidi içinde cennet hazırlıkları yapan ya da yapmayan -nereden bilebiliriz- afili sözleri bir kenara bırakmış, bir grup insandan ibaret olduğunu, ilk sayfayı çevirdiğim andan itibaren öğreniyorum. Sağlam adımlarla ilerleyen ve henüz yolun başında olan bu bir grup insanın sözlerine hep birlikte kulak vermeliyiz. Onun için sayfaları çevirmeye devam edelim:
Bizleri ilk olarak, Işık Ergüden “hayattan kaçışın imkanı ve imkansızlığı üzerine” yazısıyla karşılıyor. Yazıda bireyin üzerine düşen ağırlıktan, intiharın kapısına kadar götürüyor. “İntihar etmeyip yaşıyorsak, anlamın büyüklüğünden değil, hayatın içine düşmüş olmaktan, muzır bir merak ile ıstıraplı bir inadın götüreceği yeri görme isteğinden; bir de üstüne üstlük, şahsi duruşun gölgesinin topluma bir lânet olarak düşmesini diliyor olmaktan başka bir anlamı yoktur her güne yeniden başlamanın.” ise son sözleri oluyor ve kapıyı yüzümüze çarpıyor.
Işılay Turan “Vagina Dispatches” başlıklı yazısında başlıkla aynı isimli mini bir belgeseli ele alıyor. Belgesel ve yazıdaki amaç; kalıplaşmış düşünceleri es geçerek, kadınların vajinaları hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamak. Belgesel yönetmenin bir röportajında söylediği ve yazıya da aktarılan “Vajinalar sadece seksten ibaret değildir ve bu kelime insanları kıkırdatmamalı veya rahatsız etmemelidir.” cümlesiyle noktayı koyarak sonraki yazıya geçiyorum.
İlk sayıda yaratılış mitlerini ele alan Aytac Nuruzade, bu sayıda da “Dünya Mitinin Ortak Bileşenleri – 2. Tufan Mitleri” başlıklı yazısıyla karşımıza çıkıyor. Tufan mitlerinin neden yaygın olduğu konusunda oldukça bilgilendirici, kısa ve akıcı bir yazı.
Şuhede Çelik “Böcek” başlıklı kapalı, karanlık, kafkaesk öyküsünde; 40 yaşlarında Anadolulu bir insanın, kendi varoluşunu sorgulamasıyla uçuruma kadar gitmesini okuyoruz. Ardından Altay Kenger’in “Kabir” başlıklı öyküsü geliyor. Cop Adamlar, konuşan kitaplar ve Yusuf ekseninde dönen bu hikaye de oldukça etkileyiciydi.
“Tanrının rolü tam olarak burada soğruldu ve tükendi. İnsana biçtiği en büyük cezası teniyle taşımak zorunda olduğu ‘o’ ruhu vermesiydi.” diyor Tuğçe Baykan “Çürük Çiçek Mezarlığı” başlıklı denemesinde. Sıra Lamiya Habibova’ya geliyor ve “Yolda Yürümek” isimli bilgelik öyküsünde Buda ve genç bir adamın diyaloğunu aktarıyor. Gamze Taş “Süreç” başlıklı hikayesinde Orhan’ı anlatıyor, günlüklerini kurcalıyor, hayıflanıyor ve ortaya sağlam bir hikaye çıkıyor. Daha önce bu tarz bir şey okumamıştım.
“Her Şey Karışık” ise Yasin Cural’ın kaleme aldığı ve aynı zamanda fanzindeki tek şiir. Geceye ve geceyle gelen sorgulamayla yazılmış diye düşünüyorum. Ve ardından tekrar Şeyda Samancı geliyor. “Savrulan Zaman” başlıklı bir yazı. Oldukça kısa olan bu yazıda bir çok konuya değinmeyi ve bir sorgulama ekseni yaratmayı başarmış.
Aytac Nuruzade’nin yaptığı bir kolaj ve arka kapaktaki Dante alıntısıyla fanzin son buluyor.
Sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla üçüncü durağa yakın zamanda varacaklarını düşündüğüm Tamu Yolcuları’nı okumak için geç kalmayınız.