Sıvadık Fanzin 20 sayı üzerine (PDFli)

Yazan: Mustafa Bakır

Bir şeylerin kritiğini çıkarmak; tam anlamıyla onu ele almaktır. Fakat …Sıvadık Fanzin için böyle bir durumdan bahsetmek mümkün mü? Bilmiyorum. Çünkü …Sıvadık’ta kabına sığmayan bir şeyler var…

…Sıvadık 20’de bizi ilk olarak Efe Elmastaş’ın yazısı karşılıyor. Türkiye’deki yayıncılık faaliyetlerini, edebi gelenekleri, popüler kültürün nasıl yozlaştırdığını bize çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Edebi bir faaliyet için ilk önce raflardaki ücret kısmıyla işinizin olmaması gerektiğini ve aynı zamanda popülerite, statü, ekonomik kazanım bekleyen edebiyat kültürümüzü yüzümüze vuruyor.

Fanzin içerisindeki kolajlar ve çizimler karşısına geçip saatlerce üstüne yazı yazılacak cinsten. Fakat üst üste olmaları biraz anlam karmaşasına neden olmuyor değil. Kolajları veya çizimleri uzun uzadıya inceleyen biri olarak söylüyorum; birinden diğerine geçerken inanılmaz bir düşünce yorgunluğu hissediliyor. Ama bu bir olumsuzluk değil, aksine güzel bir yorgunluk; yıkımın ardından gelen, hızlı değişimler sunuyor insana.

Bir diğer pencere ise; diğer yazarların biçimsel olarak sade fakat anlam bakımından yoğun yazılarının olduğu görülebilir. Muhammet Aldemir’in öyküsünde ki kendi kendini yerden yere vurarak yaptığı zaman içinde zamanı dile getirmeden olmaz. Ben buna hem boyutlar arasında yer değiştirme diyorum, hem de yetenek diyorum. Öykünün içinde tam yerinde belirip, çok uzamadan tadında bırakıp gülümseten bir kesit. Aldemir, Aldemir’e haksızlık ediyor bana kalırsa.

Biraz daha ilerlediğimizde Hasan Sabbah’ın bir fedaisiyle karşılaşmak bile mümkün. Hatta bu fedainin öldürmek istediği önemli adamlar; Antik Yunan felsefesinin büyük filozofları.

GOJO
bu sayıda dergiler arası kazaların önüne geçebilmek için okurlarına trafik seti dağıttılar

Feyza Aslan, kalabalığın içinde yalnızlığımızı hatırlatıyor bize, bir iç hesaplaşmanın içene çekiyor bizi. (I’m flying away)

Enes Kalem, belirsizliklerimizden yakalıyor bizi. Bir beyaz kâğıdın kalemsiz kalışını hatırlatıyor.

“Yemin edebilirim:

Ne yapacağımı hiç…

Yiğit Ünsay, ‘Tüm Zaman Sokağı Çocukları’ adlı nesir şiiri ile … evet, ‘nesir şiir’ demek istiyorum çünkü bu kadar imgenin düz bir yazıda peş peşe gelmesi onu şiirsel bir anlatıma, hatta şiire dönüştürüyor. Yiğit Ünsay’ın yazdığı çocuklardan biri de benim dedirtecek kıvamda hem de.

Emrah Ersan’ın yazısından sonra fanzinimizin arka kapağı ile buluşuyoruz. Emrah, uzaktan kendi kendini izleyen bir adam yaratarak, kendi kendimizi uzaktan izletiyor bize :

“Önce başınla selam verirsin sessiz sedasız. Bakışları hissedersin gözlerine dönük, gariptir ve rahatsız olursun aynayı hatırlayarak. ‘Boş mu?’ diye sorarsın karşısındaki sandalyeyi göstererek. “Neden sordun?” diye yanıtlar, amacı anlamsızlığı yitirebilmektir. ‘Oturabilir miyim?’. Tuhaflık her ne kadar baki kalsa da kafasıyla onaylar seni, sessizce oturursun. Garsonların adınla seslendiğini duyduğunuzda gariplik şaşkınlığına, şaşkınlığı rahatlığına terk eder yerini, aynılık aynaya yansır.”

 

FANZİN:Sıvadık Fanzin Sayı 20 (PDF İNDİR)

Yorum bırakın