Kadın olmak uzun zaman hayatın yalnızca bir kısmıyla sınırı olmayı gerektirdi. Çoğunluğun algısı kadının, evin bir parçası olduğu yönündeydi. Sanatın hiçbir alanında kadınların adı sıkça geçmedi, genel edebiyat tarihine bakıldığında da kadın ismi çok nadir karşımıza çıkar. Hatta erkek ismi kullanarak yazmak zorunda kalmış kadın yazarlar bile vardır. Bunu yeterince ciddiye alınmadıklarını düşünerek yaptıklarını göz önünde bulundurursak kadınların, toplum nazarındaki yerini ve değerini de rahatça anlayabiliriz. Evrensel kabul edilen sanat oldukça uzun bir müddet kadınları içine almamıştır. Yalnızca doğuran ve hayata hayat katan olarak bakılsa bile tuhaf karşılanacak bir durum. Herhangi bir ilişkinin, aşkın ve tutkunun en önemli parçası olan kadının dışarıda bırakılması, dünyanın şikâyet edilir özellikler kazanmasına, kötüye gittiğinin düşünülmesine sebep olmuştur. Tarihin her çağında ötekileştirilen kadın belki de; işte tam da bu nedenle derin bir bakış açısına sahip, algılayış, anlayış ve yorumlayış bakımından hayata karşı daha realisttir. Anne, yani kadın; hayatı anlar, anlatır, tanır ve tanıtır. Çocukların hayatı annelerinden öğrenmesi ve hayatın her alanında insanların annelerine ihtiyaç duyması bana bu açıdan çok anlamlı gelir. Her alanda bilgisine başvurulacak kadar hayatı özümsemiş olan kadınların sinemaya dâhil olması işte bu nedenle çok değerli değil midir?
Bu açıdan bakarsak -ki hala günümüzde Hollywood (bile) erkek egemen bir yapı olarak geçer- Türk filmlerine ve Yeşilçam’a hem gönül hem de candan emek vermiş ilk kadın yönetmenlerin, neredeyse genel geçer bir kural haline gelmiş bu sistemi yıkmak, kadınların gözüyle ve hissiyle hayatı göstermek amacıyla başkaldırmışlardır. Sistem içinde yeni damarlar açarak hem çağımızı hem toplumumuzu hem de yaşantımızı ne kadar derinden değiştirdiklerini görebiliriz. Önceleri Memduh Ün’ün sekreteri olarak sinemaya dâhil olmuş fakat günümüzde bile, derin bir kırılma olarak anabileceğimiz bir girişimle, kendi filmlerini çekmeye başlayan sinemamızın ilk kadın yönetmeni Bilge Olgaç aynı zamanda, en çok film çeken kadın yönetmenimizdir. Kendisi toplumsal sorunları anlatmış, şaşırtıcı bir biçimde genellikle erkeklere atfedilen argo kullanımıyla sansüre uğrayan filmler dahi yapmış ve toplamda 41 filme imza atmıştır. Çok şaşırtıcı bir şekilde Linç isimli filminde 47 değişik erkek tipi kullanmış fakat çok küçük iki rüya sahnesi dışında kadın oyuncu kullanmamıştır. Bana kalırsa bu da bir kadının hayatı tüm erkekliğiyle nasıl anlayıp anlatabileceğinin de en güzel örneğidir. Oyunculuktan başlayıp üç filme imzasını atan bir diğer isimse Cahide Sonku’dur. Cahide Serap adıyla da bilinen ünlü oyuncu da Bilge Olgaç gibi ilk Türk kadın yönetmen olarak geçer. Birsen Kaya’da ilk kadın yönetmenlerimizdendir ve aynı zamanda filmlerinin senaryolarını da kendi yazan Kaya, ilk erotik filmi yapma arzusuyla Genelevde Kirli Evler filmini çekerek mahkemelik olur.
Günümüze yaklaşırsak, altı film çeken Biket İlhan 1993 yılında yönetmenliğe başlamıştı. Sinevizyon film yapım şirketini kuran İlhan, aynı zamanda bize aşkı kelimelerin ve anlamların çok ötesinden adeta bir tutsaklık bir mecburiyet betimlercesine hissettiren Attila İlhan’ın eski eşidir. Belma Baş ise ilk gösterimi Cannes Film Festivali’nde yapılan ilk filmi Poyraz ile muazzam bir başarı yakalamış, elliden fazla festivalde gösterilen bu filmiyle daha yolun başından kendisini tüm dünyaya kanıtlamıştır. Ayrıca Başka Dilde Aşk filmiyle çokça konuşulan İlksen Başarır, 11’e 10 Kala filmiyle Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü almış Pelin Esmer, Araf filmiyle Yeşim Ustaoğlu, Çınar Ağacı filmiyle Handan İpekçi adını anmamız gereken ve hayatı anlamlandırmamıza yardım ettikleri, günümüz dünyasını bize kadın etiği, estetiği ve duyularıyla aktardıkları için teşekkür borçlu olduğumuz isimler.
Gördüğümüz üzere hayat değişiyor, gelişiyor, her gün yeni şeyler keşfediliyor, yeni sorular soruluyor, yeni filmler çekiliyor, kitaplar basılıyor, dergiler yayımlanıyor ve asırlık sorular hala cevaplanamıyor. Hayatı anlatan, anlamlandıran, deneyen, sorgulayan ve bize hepsini ince disiplinler ve yoğun çabalarla gösteren sinemada gelişip değişmeye devam ediyor. Kadınların yüzyıllık bilgeliğiyle artık suskunluğunu aşması, hayatı insanları hayret ettirecek biçimde bize anlatması, uluslararası temsilerden övgüler toplaması sadece kadınlığın kendi gücünü ispatlaması açısından değil aynı zamanda, bu suskunluğun bozulmasına kadar geçen süre içinde de kadınların aslında erkekleri ne kadar yoğun biçimde beslediğini, desteklediğini ve anlamlandırdığını da hepimize en naif biçimde anlatmaya başladı. Bu örneklerden aldığımız güçle hayatta, sinemaya ve gelecek günlerin başarılı kadınlarına, yeni sorular sormak ve hatta belki de yeni cevaplar almak için, büyük umutlar besleyebileceğimiz artık açık. Adını anmadığımız başka başarılı isimler için küçük bir listeyle bu yazıyı kapatabiliriz sanırım. İşte hayatı yöneten kadınlar;
Bilge Olgaç (1940 – 1994)
Cahide Sonku (1916 – 1981)
Birsen Kaya
Lale Oraloğlu (1924 – 2007)
Canan Gerede
Türkan Şoray
Füruzan-Gülsün Karamustafa
Biket İlhan
Handan İpekçi
Tomris Giritlioğlu
Yeşim Ustaoğlu
Seçkin Yasar
İlksen Başarır
Hatice Yakar
Nuran Şener
Bingöl Elmas
Sabite Kaya
Rüya Arzu Köksal
Çiğdem Vitrinel
Melek Özman