Dünya gücü dendiğinde akla gelen ilk devlet, Amerika, uzun süredir iç işlerinde zorluklar yaşıyor. Tüm etnisiteleri kapsayan, “Kendini Amerikalı hisseden herkes Amerikalıdır!” söylemini ilke edinen, bayrağındaki yıldızların evrenselliğine vurgu yapan bu devlet, bugün birtakım sosyal, etnik hukuk ve ırk kökenli problemleri aşamamış gözüküyor.
Bu sorunların ilki Guantanamo ile belirginleşen hapishaneler sorunu. Guantanamo Kampı, 11 Eylül sonrası Bush tarafından “ cihatçı teröristleri “ hapsetmek için Küba’da 2002 yılında kuruldu. Guantanamo öyle bir güvenlik sistemine sahip ki kaçabilen tek kişi bile yok. 11 Eylül’ün ardından Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden El Kaide, Taliban ile ilişkilendirilen yaklaşık 800 kişi buraya getiriliyor. İşin can alıcı kısmı burada başlıyor. Amerika, paravan devletler aracılığıyla toplanmış bu mahkumları neyle suçlayacağını bilmiyor. Normalde savaş içerisinde yakalansa savaş suçlusu; herhangi bir suç işleyip yakalanmış olsalar adi suçlu tanımı içerisinde sayılacak ve ona göre hüküm giyecek olan bu mahkumlar hiçbir şeyle suçlanamıyor. Amerika’ya göre ellerinde kanıt yok; ama “belirtiler” var.
Cumhuriyetçiler sert söylemlerle bu mahkumların aşırı tehlikeli olduğunu vurgularken, demokratlar hukukun temel taşları üzerinden hareketle gerekli mercilerin devlet eliyle kurulmasını ve suçlu-suçsuz kimselerin adil bir yargılama ışığında hüküm giydirilerek olayın nihayete erdirilmesi gerektiğini savundu. Demokratların bu fikri savunmasının başlıca sebepleri kampın sadece Küba topraklarında bulunması ve aşırı mali yükümlülüklere yol açması değil; ayrıca kamp içerisindeki ağır işkencelerin, insanlık dışı muamelenin, zulmün sıradanlaşmış bir olgu olarak kendini göstermesiydi. Başka bir devlet tarafından yargılanmadan suçlu sıfatıyla damgalanmış bu insanların masum olma ihtimali ve bu ihtimal üzerinden Amerika’nın bu insanlara ağır işkenceler yapıyor olması, devletin önce iç, sonra dış prestijini etkileyecek bir unsur olarak karşılarına çıkmış olmasıydı. Onlara göre, hukuk ülkesi prestijli bir devletin böyle bir hata yapmış ve bu hatayı sürdürüyor olması, diğer ülkelerin bu olayı göstererek sistematik biçimde insan hakları ihlallerini gerçekleştirme ihtimalini arttıracağını ve yaygınlaştıracağını düşüyorlardı. İşkence vakalarının ayyuka çıkmasının ardından hükümet, önce ülke içindeki hukukçularının onayını gösterdi. Karşılarına BM hukuku çıkınca bu defa da görmezden geldiler. Bunun sonucunda muhalefetten sert tepki çektiklerinde ve muhalefet tarafından hükümetten detaylı rapor istendiğinde hükümet, bunu yapamayacaklarını çünkü böyle bir araştırma ve ardından gelecek raporun başka ülke ajanlarınca ve gizli servis yapılarınca Guantanamo ile ilgili bilgilerin elde edileceğinden kaygı duyduklarını ve Guantanamo sisteminin temel yapısının bilgileri gizli tutmak olduğunu belirterek reddetti.
Bu gedik, Bush hükümetinin yeniden seçime gidilmesi sürecinde kanayan noktalarından biri oldu ve Obama kampın kapatılması vaadiyle söylemini güçlendirdi. Obama iktidara geldikten iki ay sonra duyuru yaparak söz konusu kampın kapatılması için gerekli prosedürün oluşturulmaya başlandığını söyledi. Çözümlerden biri bu insanların Amerika’daki hapishanelere getirilmesi ve sağlıklı bir yargı sürecinin ardından olayın çözüme kavuşturulmasıydı. Her iki taraftan da sert söylemlerle karşılaşıldı. Muhalefet bunların toplum arasına karışmaması gereken aşırı tehlikeli insanlar olduğunu düşünüyordu. Bu çokseslilik sonrası süreç uzadı ve Obama 2009’da, kampın 2010 Ocak’ına kadar kapatılamayacağını duyurdu. Çıkış yolu olarak, yargılanmaksızın yıllarca işkence ve ağır şartlarda yaşayan bu insanlar, dış bağlantılar kullanılarak kabul eden ülkelere, Arabistan, Pakistan, Afganistan gibi diğer ülke hapishanelerine sevk edildi. Zamanla sayılar şöyle değişiklik gösterdi:
2002-780
2003-684
2009-240(Obama hükümeti dönemi)
2015-122
2016(ocak)-91
2016(mart)-80
Verilere göre Guantanamo’da 9 kişi ölmüş. Ölenlerin 5’i intihar etmiş. 80 kişiyle ne yapılacağı bilinmiyor ancak 43 kişinin ağır derecede tehlikeli ve içerisinde bulundukları örgüt yapılanmasında yüksek rütbeli kişiler olmasından ötürü sonsuza dek kampta kalmaları gerektiği üzerine kararlaştırılmış. Bunların başka bir ülkeye gönderilmesi söz konusu değil, ayrıca hiçbir şekilde Amerika’ya da alınmayacaklar. İşkence yuvası Guantanamo Kampı, kapanmak için son mahkumun ölmesini bekliyor.
Tüm bunlardan hareketle hükümetin çözümleyici, iyicil yaklaşımından sonra Amerika içindeki hapishanelerdeki mahkum işçiler, maruz kaldıkları insanlıkdışı muameleye karşı kendi sesini duyurmak için harekete geçti. Tam 45 yıl önce Attica Hapishanesi’nde çıkan isyanın yıl dönümü olan 9 Eylül’de, köle koşullarında çalıştırılan mahkumlar isyan başlattılar. 2014 senesinde kurulmuş bir örgüt olan IWOC( Incarcered Workers Organizing Commitee), bu isyanın başlatılmasında mahkumlar ve mahkumların ailelerini, mail bağlantılarını, gizli konferans çağrılarını, avukatları, sosyal medyayı, forumları ve içeride saklanmış cep telefonlarını kullanarak bu isyanın koordine edilmesinde, diğer hapishanelere yayılmasında ve isyanın gerçekleşmesinde önemli rol oynadı.
Bundan 45 sene önce çıkan isyanda mahkumlar, politik haklar ve daha iyi koşullar talep etmiş ve başkaldırmış; yaklaşık 1000 kişinin katıldığı isyanda mahkumlar, 42 görevliyi rehin almış, 4 gün boyunca hapishanenin kontrolünü ele geçirmişlerdi. İsyanın dördüncü günündeyse polis saldırısı ile en az 43 kişi yaşamını kaybetmişti.
45. Yıldönümündeki isyana ise sürekli bağlantı sağlanamaması nedeniyle tam sayı kesin olmamakla 24.000 ile 72.000 kişilik katılım sağlanmış. Bir ayı aşkın bir süre sonunda 12 eyaletteki 29 hapishanede çıkan isyanın görmezden gelinmesi, Amerika için çok can alıcı bir noktaydı. Peki neden sosyal medya başta olmak üzere, New York Times, NPR, CNN, NBC gibi haber kanalları Amerika tarihinin en büyük hapishane isyanını umursamadı?
ABD Anayasası’nın 13. Maddesi şöyledir:
“Birleşik Devletler’de veya Birleşik Devletler yetkisi altındaki yerlerde, usülüne uygun olarak mahkum edilmiş kişinin cezası karşılığı olma dışında, kölelik veya iradedışı çalıştırma uygulanamayacaktır.”
Yasa, böyle olmasına karşın hapishanelerde geçerliliğini yitirmiş gözüküyor. Hapishane programları ”gereği” mahkumlar çalıştırılıyor, eğer çalışmazlarsa cezalandırılıyor. “Seni hücreye atıyorlar ve yerine başka bir mahkum koyuyorlar.” Sistem işliyor. Hapishane mahkumlarının çalıştırılmasını savununlar, mahkumların iş tecrübesi kazandığını, çalışırken iletişim becerilerini geliştirdiğini ve daha önce iş deneyimi olmamış birçok mahkum bulunduğundan onlar için bu işlerin, iş edinimi konusunda önem taşıdığını, bu kişilerin nasıl eleştiri alınacağını öğrendiklerini ve deneyimlemedikleri şeyleri tecrübe etmelerini ve çıkarken parasal anlamda rahat etmeleri için işlerin gerekliliğini savunuyor.
Elbette işler böyle yürümüyor. İçeride kanunların hükmünün olmadığı bir dünya hüküm sürüyor. Vaat edilenler oldukça komik çünkü çoğu mahkum içeri girmeden önce bir işe sahip olmuş. Mahkumlar çıktıklarındaysa bu iş tecrübeleri, iş bulmaları hususunda beş paralık değer taşımıyor. Ellerine geçen para oldukça ufak bir değer:
- Federal hapishanelerde 17 cent (saatlik)(aylık 20$)(en iyisi Tennesee, 50 cent)
Eyalet hapishanelerinde 1.17$-50cent arası değişiyor(Söylenenlere göre Colorado 2$ veriyormuş)(bazı eyalet hapishanelerindeyse mahkum ücreti ödemesi yapılmıyormuş).Dışarıda iyi hayat kurabilmek için onlarca yıl hapis yatmak gerek diye düşünüyorsanız yanıldınız. Çünkü vergiler, ödenekler mahkumların ücretlerinden kesiliyor ve mahkumların ücretleri neredeyse bitiriliyor. Alakasız birçok şeyden kesinti mevzubahis: çocuklara yardım, medikal ekipmanlar, aşılmış maliyetler(?!)…Mahkumlardan biri olan Tony, mahkumların ödeme yapılmaksızın zorla çalıştırıldığından bahsediyor; bazı zamanlarda güvensiz koşullarda, kimyasal maddelere direkt maruz bıraktırılarak, gözlüksüz ya da maskesiz çalıştırılma… Örneğin ağaç kesim ekibi maske ve gözlük istediğinde hapishane yetkililerince çalışan mahkumlara tıbbi maske verilmiş. Testereyle parmağını kaybeden bir mahkum ise tazminat alamamış. Aslında bu durum sadece ekip için değil, tüm çalışanlar için genel bir sorun: Mahkumlar kendi devletlerinde çalışan olarak görülmediğinden uluslararası çalışma hukukundan yararlanamıyor. Bu nedenledir ki insanlar üzerinden astronomik rakamlar kazanan özel şirketler, şartları iyileştirme girişiminde bulunmaksızın bedava işgücü sayesinde gelirine gelir katıyor. Bunlardan bazıları IBM, Boing, Motorola, Microsoft, AT&T, Pierre Cardin, Intel… Bu açıdan isyan sözünün geçmemesi ve uykudaymış rolü oynanması gayet normal çünkü Solidarity Research Center’a göre 2014-2015 yılları arasında Kaliforniya Hapis Sistemi, mahkum çalışanlar üzerinden 58 milyon $ gelir elde etmiş. 1980-1994 yılları arasında ülkede bu büyüme 392 milyon $’dan 1.31 milyar $’a ulaşmış. Bugün ise tahminlere göre 900.000 insanın çalışması ile bu rakam 2 milyar $’a dayanmış.
Rakamların arasında ezilen insanlar ise zulüm görüyorlar. “İp yerine biber gazı kullanıyorlar; ama bazı şeyler aynı: izole etmek, baskılamak, kıyafetleri soyup mahkumları hayvanmış gibi incelemek…”, “Haftada 1 bar sabun, 1 rulo tuvalet kağıdı, yemekler çocuk menüsü boyutunda…”. Fikir beyan etme, görüş-talep yapma hakkı, seçim şansı yok. Karşı çıkan cezalandırılır. 34 merkezde hapishaneleri kontrol eden The California Prison Industry Authority, tüm bu iddiaları ve The Guardian’ın sorduğu soruları yalanmış ve “Hapishanelerimizde hiçbir ayaklanma ya da iş grevi olmadı.” demiş.
Hapishane endüstrisi, insanları bu şekilde çiğniyorken 9 Eylül Ayaklanması ile karşılaşmak pek şaşırtmamalıydı. Köleliğin çağdaş bir boyut kazanması, Amerika’nın üzerine damgalanmış kölecil toplum zihniyetinin değişmediğinin en önemli göstergesi. Hapishane mahkumlarının %70’inin siyahi ırka mensup olması, işleri çok daha farklı bir zemine çekiyor. “Sömürü sistemi, siyahi ırka mensup insanları çoktan kaybedilmiş sayıyor ve içeri düşenler üzerinden para kazanmaya ve onları sömürmeye oynuyor.” Algısı polislerin siyahi vatandaşlara gösterdiği terör ile birleşince bu, birçok mahkum için rahatlıkla kabul edilebilecek bir argüman olarak görülüyor.
Olaylar her ne kadar görmezden gelinmiş olsa da birçok internet sitesi olaya ses çıkarmış, yaşananları yaymaya çalışmış. Bunlardan en önemlisi www.maskmagazine.com, isyan ile ilgili olaylarla ilgi gelişmeleri anında vererek görevini yerine getirmiş. Bu çalışmalarla isyan sırasında kıta dışına da duyuru yapılabilmiş olacak ki Yunanistan’daki hapishanelerden Amerika’daki isyana destek gelmiş.
Tüm bunların neticesinde Amerika’da gerçekleşmiş en büyük hapishane isyanın katılımcılarından biri olaya oldukça optimist yaklaşıyor:
“Gelecekten daha ümitliyiz. Bu isyan, diğer mahkum gruplarıyla nasıl bir araya gelebiliriz, işte onu gösterdi. Nelere kapasitemizin yeteceğini de bir sonraki için neleri daha iyi yapmamız gerektiğini de. Başarmış hissediyoruz. Sadece ben değil, çevremdeki mahkumlar da gelecekten ümitli. Bu sorunu Kongre önüne taşımak istiyoruz, dünyaya duyurmak. Bunun olması hakkında iyi duygularımız var.”
Hapishane ayaklanmasını böylesine ateşleyen başka bir olay da Amerika’da son yıllarda polis terörü üzerinden ilerleyen siyahi sorunu. Siyahi vatandaşların acımasızca katledilmesi, ülke gündeminde 2-3 yıllık derin problemin çözümsüz kalan bir noktası. Polisin geniş haklara sahip olması ve polisin kendi can güvenliğini ihlali ihtimali doğduğunda, polis rahatlıkla bir vatandaşı vurup öldürebiliyor. Ne var ki bu gayet suistimale açık bir konu olduğundan büyük kargaşalara yol açıyor. Polislerin katlettiği insan sayısı , FBI raporuna göre:
2008-2015-12,765 kişi (%77 erkek ve erkeklerin %51’i siyah)
2015-990 kişi (258i siyah)
2016-708 kişi(173ü siyah)
Rakamlara bakıldığında tüyler ürperten bir gerçek var: Polis dehşet saçıyor. Siyahilerin bu olaya tepkisi aslında sadece rakamsal açıdan siyahilerin öldürülmesi değil, masum olmalarına rağmen siyahi oldukları için öldürülmeleri.
Black Lives Matter(siyahların yaşamları değerlidir) hareketi, polis tarafından öldürülen siyahilerin davalarını araştırmak ve ırk ayrımı yapan ceza hukukuna karşı düzenli aralıklarla gösteriler yapan bir örgüt. 2014 Ferguson Protestoları, Michael Brown isimli siyahi gencin beyaz bir polis tarafından öldürülmesiyle ortaya çıktı ve çığ gibi büyüdü. BLM de bu harekete oldukça büyük bir destek sağladı. Hareketin ilk hedefi Ferguson Emniyet Müdürlüğü oldu, oradan tüm Amerika’ya yayıldı. 10 Ağustos’ta Michael Brown için “mum ışığı nöbeti” tutan insanlar, emniyet kuvvetleri yetersiz kalınca Missouri milli muhafızlarınca etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. Kentte sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine karşın göstericiler yasağa uymadı. Bunun üzerine asker ve polis, insanlara ve basına saldırdı. Olaylar kartopu etkisi gibi büyüdü ve yaklaşık 6.5 milyon gösterici 50.000 asker-polis ile karşı karşıya kaldı. Sivillerden 17 kişi öldü, 2500 e yakın kişi yaralandı ve 2300 kişi gözaltına alındı. Polislerden ise 4 kişi öldü ve 50 tanesi yaralandı. Olayların etkisi kıta dışına taştı ve birçok Avrupa kentinde Ferguson Protestosu’nun izleri üzerinden protestocular ırkçılığa ve ayrıma karşı çıktılar. Son olarak geçtiğimiz temmuz ayı başlangıcında iki siyahın beyaz polislerce öldürülmesi üzerine protestolar, 10 Temmuz’da hiddetini arttırarak devam etti. “Adalet yoksa barış da yok!”,”Irkçı polise hayır!” şeklinde sloganlar atıldı. Bu protestolarda çok sayıda gözaltına alınan kişiler oldu. Bu kişiler arasında BLM’nin önde gelen kişilerinden DeRay McKesson da vardı. DeRay ve diğer göstericiler, Baton Rouge’de 5 çocuk babası Alton Sterling’in polislerce vurulmasını protesto ediyorlardı. Göstericiler DeRay’ın tutuklanmasının bir hedef seçimi olduğu üzerinde vurgu yaptı. Başka bir eyalette o hafta içerisinde öldürülen diğer siyahi vatandaş olan Philando Castilo’nun protesto gösterilerinde hızını alamayan protestocular, polise maytap, taş ve şişeler fırlattı. Siyahilerin gün be gün öfkeleri arttığına başka bir örnekse aynı hafta içerisinde beş polis memurunu katleden, eski ordu çalışanı Micah Johnson. Çıkan çatışmanın ardından Micah Johnson, bir garajda polislerce etkisiz hale getirildi. Barışçıl gösteri sırasında pusu kurarak eylemini gerçekleştiren Micah’ın daha büyük saldırılar planladığı da ortaya çıktı. Bu saldırı, Amerika’da emniyet görevlerine yönelik olarak 11 Eylül’den sonra düzenlenen en kanlı saldırı oldu.
Amerika’da yakın zamanda işler bu yönden hassas ilerliyor. NFL San Francisco takımı oyuncusu Colin Kaepernick, ölen tüm siyahi yurttaşların ölümü üzerine maç öncesi protesto amaçlı dizlerinin üzerine çöktü ve adalet gelene kadar ayağa kalkmanın bir bayrak altında herkese eşit ve adil davranan Amerika’da utanç sayılacağını dile getirdi.
Fakat mekanizma ve yaratılan algı öyle bir boyut kazanmış ki bu protesto üzerinden 22 gün sonra dahi toplam 15 siyahi polislerce katledildi. Helikopter konuşmasından bir polis, yukarıdan gördüğü bir siyahi için “Kötü bir adama benziyor.” Şeklinde düşüncesini dile getirdikten sonra öldürüyor. Bir başka polis silahsız bir siyahinin elleri yukarıda olmasına rağmen arabasına yönelimi nedeniyle üzerine kurşun yağdırıyor. Bir başka vakada polis, bir siyahın arabanın içinde karısıyla otururken polislerce kimliğinin istenmesinden sonra torpido gözündeki kimliğini almaya yönelmesinin ardından siyahi vatandaşı vuruyor. Polis yaptığı savunmada silahını çıkarmasından kuşkulandığı için vurduğunu dile getiriyor. Trump dönemiyle beraber Amerika’da tüm bunların nasıl şekilleneceği merak konusu.
Faşizm günümüzde yeniden yükseliyor. Bu hengamede insanlar seslerini duyurmanın bir yolunu arıyorlar. İsyanlar ve protestolarla, iş bırakma eylemleriyle haksızlığa, zulme karşı çıkmaya çalışıyorlar. Sosyal medyanın saniyesinde milyonlarca kişiye ulaştığı bu çağda fanzin, kolektif bir hareket olarak çok farklı önem ve form kazanıyor. Bir ırkın bir ırka zulmetmesini duyurmaktan insanların sömürü ile çektiklerinin anlatılmasına kadar fanzin, çok geniş çaplı hareketi kendi içinde sindiriyor ve sözün yazıya aktarılıp sokağa savrulmasına önemli bir misyon oynuyor. Yeraltına itilmiş, baskılanmış, zorbalıkla ezilmiş bu insanlar çok zor şartlar altında söylemek istediklerini bir araya toplayıp fanzinleştiriyor ve el altından kendi gibi olan kitleye ve ötesine ulaştırmaya çalışıyorlar. Günümüzde her şeye hakim olan devlet, hala fanzin hareketine müdahil olabilmiş, bilfiil zapturapt altına alabilmiş değil
.
Amerika’daki hapishane isyanları da birbirine örüntülü şekilde gelişti. İsyan her ne kadar farklı kulvarlar üzerinden ilerlemiş, güçlenip serpilmiş olsa da insanların dertlerini anlatabilmesinde ve bu anlatılanların kitle ve ötesine taşınmasında fanzin önemli rolü oynadı. Amerika hapishane isyanı hakkında yayımlanan bir fanzinin içeride önce yazıya döküldüğü daha sonra elektronik ortam üzerinden sunulduğu ve isyanın yayılmasında etkili olan sitelerce direkt kullanıldığı hareketin gücünü arttırdığı karşımıza çıkıyor. Biz de bu fanzini çevirip siz fanzinseverlere ulaştırmayı fanzin ruhu itibariyle elzem bulduk.
PDF için:
FANKİT: Hapishanesiz Bir Dünya (Türkçe Çeviri)