Yazan: Mustafa Bakır
Platon aşkı; güzel ve bilgeliğin arasında olan bir şey olarak tanımlıyor. Ve ekliyor ; ‘bedensel güzellikten doğan sevgi; aslında ideal olan sevgi veya aşk değildir’ diyor. Bedenin sonu olduğundan; bedenin güzelliği bittiğinde, aşkın da kaybolup gideceğini söylüyor. Buradaki ideal olan sevgi ruh güzelliğinden kaynaklanan bir sevgi ve ruh güzelliği solmayacak, bitmeyecek olduğundan, aşk burada sonsuzlaşıyor.
Descartes aşkı ‘hayranlık’ olarak tanımlamıştır. Descartes’e göre; hayret eden insan aşık olur. İnsanın şaşkınlığı, kendinde olmayan ve aynı zamanda hiçbir yerde görmediği bir şeyle gerçekleşir. Aşk hayret ve şaşkınlıktan ortaya çıkar. Schopehaure ise aşkın ; üreme iradesinden kaynaklandığını söyler. Aşk türün bekâsından ileri gelen üreme istenci üzerine kuruludur.
Nietzsche, aşkın bir tür delilik hali olduğunu söyler. Yüreğini tutamayan insanın, aklının da onun peşinden gittiğini belirtir. Aşk aynı zamanda barbarlığı da beraberinde getirir. Çünkü; ‘aşık seven kişi değildir, sevdiği kişinin mutlak sahibi olmaya çalışan kişidir.’ Sevilmiş olma istencinin aşkın bir kolunu oluşturduğu aşikardır. Seven aynı zamanda sevilmek ister. Bu hal ise kendini beğenmişliklerin en büyüğüdür.
Bütün filozoflar aşk üzerine bir şeyler söylemişlerdir mutlaka. Bu görüşlerin yanı sıra aşkın diyalektik bir yönü vardır. Diyalektikten kasıt zıt huylu iki tür insanın birleşimi değildir. Aşkın kendisi tutarlı, sonsuz bir diyalektik durumudur. Aşk oluştuğu zaman bazı doğumlar ve ölümler olur. Bunlar duygusal ölümlerdir. İnsanın duygusal ölümleri veya doğumları gözle görülmez. Bazen kişi bunu kendisi bile fark edemez. Buradaki diyalektik iki olayın, yani doğum ve ölümlerin getirdiği sentez bir duygu halidir. Aşk çoğu zaman doğum ve ölümlerden kaynaklanan bir sentezdir. Vazgeçtiklerimiz (olumlu-olumsuz) ve kabul ettiklerimiz ( olumlu-olumsuz) bir araya gelerek oluşur. Ve bu sürekli olarak devam eder.
Aşk aslında kalbin ve aklın uyumundan oluşan, diyalektik bir çatışma halinin, gazisidir.