Selamlar.. Bugün, dilim döndüğünce Maki-nist Fanzin’in 6. sayısını beğeninize sunmak için karşınızdayım. Fanzin koronavirüs etkisinde çıkmış. Yazılar genel olarak bu konuya değiniyor. Tabii ele alınan konu sadece bundan ibaret değil. İçerisinde çok farklı metinler de var. Gelin şimdi hep birlikte bu eserlere göz atalım;
“koronavirüs salgınında bir ülke” yazısı ile bizi karşılayan ilk isim Şeyma Durğun oluyor. Başlığın bende uyandırdığı hissiyat ülkemizde bu dönem içinde izlenen yanlış politikalara ya da halkın bu dönem içinde yaşadığı zorluklara değineceği yönündeydi fakat karşıma bu düşündüklerimden çok farklı bir yazı çıktı. Yazarımız salgında başarılı bulduğu bir ülkeyi ele almış. Sanırım “neyden bahsediyo/kimmiş bunlar?” sorularını sordurtmak için ülkenin ismini en sona saklamış. Bende yazarın bu tutumundan ötürü ülke ismini vermeden geçiyorum. Ayrıca bu ülkenin sağlık alanındaki geçmişteki başarılarına yer vermesinin de çok yerinde olduğunu düşünüyorum.
Adem Baydar “güncel bir sorun olarak ‘unutkanlık’” yazısında çoğumuzun gördüğü, gördüğümüzde içimizin nefretle dolduğu ve genel olarak “bunu unutmayacağım” diye haykırdığımız olaylara değiniyor. Bu olaylar hakkında birkaç kelam etmek isterdim fakat inanın ki nelerden bahsettiğini unuttum(!) Sizlerin unutmaması dileğiyle bir sonraki yazı olan, Uğur Zengin‘in kaleme aldığı “pandemi dönemimde sinema ve tiyatro” yazısına geçiyorum. Başlarken bu dönem içinde sinema sektörünün haline değinip sonrasında bu durumdan bir nebze de olsa nasıl kurtulduklarını bize aktarıyor. Sonrasında tiyatroda durumun farklı olduğuna ve bu dönem içinde gerçekleştirilen mücadeleden bahsediyor. Hali hazırda yeni kısıtlamalar türerken “ee şimdi nolacak?” diye sormadan edemiyorum.
Denizer Yurt ise “doğu avrupa futbolu üzerine” yazısında sosyalist devletler dönemimde futbol hakkında bize bazı bilgiler sunuyor. Ardından gelecek olan iki yazı ise fanzinde beni en çok heyecanlandıran yazılardı. Yeni bir şeyler öğrenecek olmak, öğrenilecek şeyin de kıyıda köşede kalmış gerçek hayatlar olması kimi heyecanlandırmaz ki?
Bu yazılardan ilki İsmail Çelik’in kaleme aldığı “karmanlidika” idi. Bu yazıda, Anadolu topraklarında yaşamış Ortodoks Rumların soyu tükenmekte olan dil (karmanlidika-karamanlıca) ve bu dili konuşanlar hakkında bilgi sahibi oluyoruz.
Sonrasında gelen Ömer Demir‘in kaleme aldığı “botan’ın robin hood’u el dino” yazısı ise şöyle başlıyor:
“Bafê (Şırnak/İdil)›de bir köy… Köy Cizre-Botan Mirliğine bağlı Mirlik de Osmanlı’ ya.
Köy halkının yüksek vergilerden, açlıktan, yoksulluktan sırtını doğrultamadığı zamanlar. Bu açlığa yoksulluğa neden olan halkın sırtından emeğinden çalan çırpan saray ehli tüccarlar… İşte bu bir avuç azınlığın seyrü sefa içinde yaşadığı; halkınsa yaşamak denen o menem kavga içinde hayatını sürdüğü bir yerde doğdu Elo. O doğduğunda ne yiyecek bir parça ekmek ne de bir kâse yoğurt vardı bu topraklarda.” işte böyle bir ortamda orta çıkan Elo Dino’nun ve arkadaşlarının mücadelesine şahitlik ediyoruz bu yazıda.
Alperen Avaner‘in kaleme aldığı “bilim dersem çık, siyaset dersem” çıkma yazısında ise yazarın yazıda neye değineceğini anlattığı giriş yazısı ile sizleri baş başa bırakıyorum.
“Bilim ve siyaset ne alaka şimdi…
Bilim gerçeklerle ilgilenir. Politika yalanlarla.
Bilim’in sağı, solu, dini, ırkı olmaz.
Bilim tüm insanlığa hizmet eder.
Bilim evrenseldir.
Bilim de, adamı da kadını da tarafsızdır.
Siyasetle işi olmaz.”
Şimdi bu yazıda bilimin nasıl da sağının solunun olabileceğini, hangi insanlığa hizmet ettiğini, hangi evrende evrensel olduğunu, ele almaya çalışacağız. Yan yana koyunca pek benzetemediğimiz siyaset kavramıyla akrabalık ilişkilerini tartışacağız.
En baştan yazının çerçevesini çizelim ki okur, yazarın kişiliğiyle bağlantılı dağınık anlatım tarzına karşı kendini hazırlasın. Burada pek haddimize olmasa da bilim ve siyaset kavramlarıyla ilgili kavramsal bir tartışma yürütmeye çalışacak, aralarındaki ilişkiyi (ya da ilişkisizliği) ortaya çıkarmaya çalışacağız. Kavramlar üzerine yürütülen tartışmalar genelde teorik, soyut bir dil kullansa da biz burada anlamayı (ve yazmayı) zorlaştıracak bir dilden kaçınmaya çalışalım. Yine de aralarındaki ilişkinin hatırına bu kavramların tarihsel gelişiminde bazı önemli noktalara, kişilere veya dönemlere ismen de olsa değinecek, yazının ekseninden sapmamak, okuru sıkmamak(ve yazarı uğraştırmamak) için ayrıntıya girmeyeceğiz”
Rıdvan Yıldız‘ın yazdığı “akıllı feragatler, Furkan Duymaz’ın yazdığı “bilirim dünya kıpraşır”, Yaren Mine Yiğitbaş’ın yazdığı “gözlerinde umutla gel” ve Sercan Arkadaş C.‘nin yazdığı “mesai bitti” eserleri de bu yazıların dışında şiir ve öykü olmak üzere fanzinde yer alan eserler. Hepsinin toplumsal dertleri ve üzerine düşünülmeye ihtiyaçları olduklarını düşünüyorum.
Ayrıca ön kapak çizimini yapan Hüseyin Kılıç‘ın, arka kapak çizimini yapan Ömer Koçağ‘ın ve tasarımı yapan Sercan Arkadaş C.’nin eline emeğine sağlık diyerek sizi aşağıya bırakılan bağlantıya tıklayarak ulaşacağınız fanzinle baş başa bırakıyorum.
Sevgiyle kalın..