Merhaba Fanzin Apartmanı sakinleri (!)
Bu kelime geçenlerde okuduğum Milan Kundera’nın Gülüşün ve Unutuşun (Can Yayınları, sayfa 144) adlı romanında geçiyordu, ilk defa orada gördüm. Milan Kundera kelimeyi şöyle tanımlıyor; “Adamakıllı açılmış bir akordeon gibi sonsuz bir duyguyu, başka birçok duyguların bileşimi olan bir duyguyu anlatır: hüzün, acıma, pişmanlık ve özlem. Sözcüğün ilk hecesi, terk edilmiş bir köpeğin sızlanmasını duyuracak biçimde uzun ve güçlü bir biçimde vurgulanır.” diğer bir anlamı ise önceki tanımın tersi niteliğinde “…çok sınırlı, özel, belirli ve ince bir anlam taşır, bir bıçağın keskin yanı gibi. Bu sözcük olmadan insan ruhunun anlaşılabileceğini düşünmekte güçlük çekmeme karşın, bu anlamda da bu sözcüğün öbür dillerdeki benzerini boşuna arıyorum.” diyor. Her iki manası da oldukça derin ve kıymetli bence. Fanzine bu derin manalar taşıyan ve biricikliğini koruyan bir ismin konulmuş olması, onu da değerli kılıyor (ki içindeki yazılar da bunu destekler nitelikte). Yavaştan başlayalım bakalım.
Kapakta yer alan kolaj çalışması hiçbir şey anlatmamaya çalışırken bile bir şeyler anlatan türden olmuş. Ön ve arka kapağı hakkında Doğukan Vural “Belirli bir kısmı rastgele ortaya çıkmakla birlikte sonradan bir şeyler anlatılabilir mi acaba diye denenmiş bir kolaj aslında. Sağ üst köşeye kusan kadını koyduktan sonra, alttaki tamamlayıcı erkek resmini buldum. Uzun zamandır gündemde olan kadın sorunundan yola çıkarak, sağ tarafta ataerkil sistemi kusan kadınları sembolize etmeye çalıştım. Sol üstte yine korkan gözler ona bir eklemeydi. Sol alt kısıma ise rastgele boşluk doldurma diyebiliriz. Arka kapağı da ön kapakla görsel olarak bağıntılı olduğunu düşündüğüm için koydum.” dedi. Benim de fikrim bu yöndeydi zaten, cevapları için kendisine bir kez daha teşekkür ederim.
İlk olarak bizi karşılayan isim; kökleri Afrika’ya dayanan acının ifadesi manasına gelen Blues müzik türünün Caz müzik ile harmanlanmış halinin önemli temsilcilerinden olan abimizi, “Robert Johnson için” başlıklı kısa bir şiir ile Memozan anıyor. Nedense bu kısa ama etkili şiiri ben çok sevdim. Hakkında az şey bilinen bu adamı az bir şeyle anlatmak oldukça etkileyiciydi.
İkinci isim ise “Varış” başlıklı şiiri ile Alper Yardımcı karşılıyor. Şiir okurken yormayan, kendi içindeki oluşumunu tamamlayan ve çevresindeki oluşumları etkileyecek türden bir şiir olmuş. Çok etkilendiğim bir yeri sizlerle paylaşmak isterim; “Bir hükümet devrimi sonrası yağan yağmurun / Katmerlediği korku, /Bir cenaze töreni sonrası yağan yağmurun/ Katmerlediği acı ile/ Kardeştir” ve ben de sizi anladığımı belirtmek isterim.
“bu reddiye beni dünyaya boğdun diye” başlıklı şiiriyle Doğukan Vural yetişiyor. Yüzündeki morluğun sebebinin Ece Ayhan olmadığını, sadece ve sadece dünyaya boğulduğunu söylüyor. Ölümsüzlük için de bir reddiye niteliğinde şiir. Henüz ölmeyen insanlar, yani bizler. Yaşamı öğrenmek lanetlenmemişken, öğrenelim.
Diğer bir karşılama “Sağ Yanım Yerinde Değil” başlıklı şiiriyle Hüsamettin Işıktaş tarafından oluyor. Tersine bir şiir, alıştığımızı sen benim sol yanımsın gibi sözcükler yerine, sağ yanım ifadeleri kullanılmış. Kendi varlığını başka bir varlık sayesinde var olduğunu düşünen ve o başka varlık gittiğinde kendi varlığının hiçe dönüştüğünün idraki yatıyor.
Sonrasında bir röportaj var. Doğukan Vural 60’lı yıllarda Türkiye’ de kurulan “L.S.D. Orkestrası” grubu üzerine Ali İhsan Kabaoğlu ile, grubun öncesi ve sonrası hakkında konuşmuş. Gayet bilgilendirici nitelikte bir sohbet olmuş. Bu küçük nostalji gezintisi ve güzel hatırlatma için teşekkürler.
“Zen” başlıklı şiir ile devam edelim yolculuğumuza. Bu şiir Yusuf Karataş’a ait. “Zen” kelimesinin bildiğim kadarıyla iki anlamı var. İlki, Budist eğitimde bir yöntem olan içe bakma, meditasyon gibi kavramlardır. Diğeri ise kadındır. Şiirde ikinci anlamı daha ağır basmakta. Genel itibariyle güzel bir şiirdi. Bazı yerlerde ne demek istedi acaba diye düşünsem de, işin içinden kendimce doğru cevapları verip sıyrıldım.
Bir sonraki sayfada yine şiir var. Yazan kişinin kendi adı mı yoksa kendisi için öyle mi diyor kestiremedim açıkçası ama olsun. Güzel bir ifade olmuş, Hüsra(n). “Başka Diyar” başlıklı bu şiir “Benim mezarıma mavi çiçekler dikin” vasiyetiyle son buluyor. Güzel bir anı bıraktı zihnimde desem yeridir. Okuyucusunu yormayan ama onu derinliğe iten bir şiir olmuş.
Fanzinde röportaj dışındaki iki düz yazıdan biri olma özelliği taşıyan, Ezgisu Karakaya’nın “Oldu Paşam” başlıklı kısa yazısıdır şimdiki durağımız. Bu durak bana Kafka’nın babasıyla olan ilişkisini ve Bukowski’nin babasıyla ilişkisini hatırlattı. “Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” diye bir şey okumuştum, nerde okuduğumu hatırlamıyorum. Bu küçük yazı için de bunu söyleyebilirim.
Aşağı doğru indiğimizde “Kırık Ayna” başlıklı şiiriyle Vedat Duygun var. Bizim kırık bir aynaya bakmamızı istiyor ve yaşamın spoilerını veriyor, ölüm. Bütün şiirlerde gezen, herkes için geçerli tek olgu bu. Güzel bir şiir olmuş.
“Çünkü söylemlerinde kazınacak öyküler var” diyor “Bütün-dür Sözcükler” başlıklı yazısının ortalarında Batuhan Çağlayan. Bu söylemlerde de kazınacak öyküler olduğunu düşünüyorum. Her okuyucunun tırnaklarıyla kazıyacağı öyküler, hiç şüphesiz birbirinden farklı olacaktır. Mistik ve ürpertici bir anlatım. Derinleşen kayboluş, soyulan ezgiler ve gözlere akıtılan kan. Merhaba deyin, Batuhan Çağlayan’a.
Sonra, şiirden tat alma dokunuzda hasara yol açacak bir şiir var. “Sıska” başlıklı bu şiir Lady Lazarus’ a ait. Alıştığımın dışında bir şiirdi, bir kez daha anladım alışmak iyi bir şey değilmiş. Okurken yoruldum lakin buna değer bir şiir olduğunu düşünüyorum. Hakikaten de bu şiiri yazan zihne sağlık, kim bilir onda ne yorgunluklar var ki böyle dolu dolu bir şiir yazmış.
“Az Önce” başlıklı şiiriyle ellerimin bana… diye yarım bırakıp tamamlatmayan Sebahat Köse’ye, “kış esnemesi” şiiriyle zıtlıkta bırakan Mustafa Seyfi’ye, tanıdık bir tada denk gelmenin verdiği sevinçle “hiç sorun değil” başlıklı yeni bir şiirini daha okuduğum Rıdvan Yıldız’a, rüzgarı anlatan ve “rüzgar olsam değemem saçlarına” dizesini bana hatırlatan Gizem Doğan’a ve uzaklarda birisine seslenen, iyi ol temennisinde bulunan “Birisi” başlıklı şiiriyle Gökhan Erdoğan’ a teşekkür ederim. Son olarak “Parktan Çıkamıyorum” başlıklı şiirle, şehir çocuklarının küçük özgürlük alanlarını anan Umut Akıncı’ya da teşekkürler.
Litost Fanzin’in oluşumuna emek veren ve katkıda bulunan herkesin ellerine sağlık. Zihinleriniz her daim bereketli olsun. Aşağıya PDF’yi bıraktım, ritim oluşturmak için akordeonu açmak gerek. Sevgiyle ve fanzinlerle kalın dostlar.