Islık çalmayı seven herkes gibi ben de “Mr. Tillman” isimli parçayı açıp eşlik etmeye çalışıyorum, şu an bu cümleleri okuyanların çoğundan daha şanslı olarak, karşımda da “garez: minusseven – infected contact” bulunuyor. Hâl böyle olunca, kronolojik sıralamasıyla aklımda beliren düşünceler aşağıdaki sırada gerçeğe bürünüyor;
?garezgah kapılarını ardı ardına açıyorum, ıslıklarım dudaklarımı kurutmaya başladı bile; “Damn, I am feeling so fine” diyerek son kapıdan da geçiyor ve bu sayede ilk içeriğe ulaşıyorum. Fırtınalardaki çağrılara doğru adımlar atıyorum…
Zeynep BALCI, “Kara Bela”sıyla karşılıyor beni. Planlanmış cinnetini, gerekçeleriyle birlikte bana sunduktan sonra, artık sık sık o ve onun gibileriyle buluşacağımızı müjdeliyor. Bu insanlar çirkin, güzelleşmeleri gerek. Zeynep bu konuda oldukça haklı.
Biraz daha ilerlediğimde dreamyourself’e denk geliyorum. Islıklarım neredeyse tamamen kesildi. Bu bölümde ıslıklarınızın çığlığa dönmesi gerekli. O kadar zamandır gözleriniz hangi yöne bakıyordu bilemem ama artık buralara çevirmenin vakti geldi ve hatta geçti. Kazanmak için değil, düzeltmek için yoluma devam ediyorum…
Yolculuk yoğun bir şekilde devam ederken, “Anla artık, Büyük Kukla!” serzenişiyle koruyucu bir tokat patlatıyor mikaboshi. Tam bir özümsemişlik ile kucağını açmış, gözlerini açabilenleri kucaklamak için hazırda bekliyor.
Eşref Ozan BAYGIN ise bu noktada, yolculuğum esnasında ayaklarımın altını kontrol etmem gerektiğini gösteriyor. Toplumun görüş birliği içerisinde perişan olan bireysel ayaklarım epey yıpranmış. Savaş ve aşk tohumlarıyla kesilmeye devam ederek gidiyorum, adım… adım…
Ayaklarımın mevcut hâlini gördüğümden midir, Seda Suna UÇAKAN’ın dizelerinden midir, bilemiyorum; hayatın kısır döngüleri bir baş dönmesi yaratsa da yolculuğuma devam ediyorum. Islığımdaki bahar, içimdeki köpeği öldürecek türden değil ama ıslığımı bırakmaya da niyetim yok…
ColdSilencer, tam da bu noktada, düşüncelerime itiraz edermişçesine karşımda dikiliyor ve bana aslında eşlik etmek için çalmakta olduğum ıslıkların anlamsızlığını hatırlatıyor.
Bir iki adım daha attığımda Eray ANCER’ler karşılıyor beni. Alışkın olduğum soru havuzu problemlerinden, ancak bu sefer bir çözüm yolu sunarak beliriyorlar karşımda. Son bir pürüz kalıyor yolculuğun bu bölümünde; nasıl delireceğiz? Islık çalarak mı? Olur, “I am feeling good” diye mırıldanarak ritmi mırıldanıyor, ıslık çalmaya yeniden başlıyorum.
Islık çalarak kendini kaybetmek, bir nevi normal olmak ve topluma ayak uydurmak gibi bile niyetlerle atılan adımlarımı Ceyda KAHRAMAN çelmeliyor. Bir organik robottan daha fazlası olabileceğimize inanan duruşuyla, ıslığımın şiddetini oldukça kısaltıyor. Böylesi bir ortamda nasıl deliririm, bilemiyorum.
Aklımın başıma geldiğini gören Gökhan TÖKER, yapmış olduğu incelemeyi bana sunarak, bu ritimlerin sadece ıslık çalmaktan ibaret olmadığını gösteriyor. Heavy Metal hakkında ilk kez duyduğumu söyleyebileceğim birçok noktayı bana sunarken, yolculuğuma eşlik edecek parçalarım için de yardımcı oluyor. Artık ezgilerim değişti, ve evet, Black Sabbath…
Ritmin değiştiği bu ortamda, Feza’nın dizelerine brutal ses tonum ve çığlıklarımla eşlik ediyorum. Belki de bu cümleler, benimkilerden kat kat daha sert çığlıklarla yazıldı, bunu tartışamam ama gelen bu enerjiyle koşmaya başlıyorum.
Bu koşuşturmacamda son denk geldiğim Ronin Black oluyor. Bir hesapla yola çıktığı ama sonucun dünya nüfusuna doğru gittiği hesap defteri elinde, artık kısa bir ayrılık vaktinin geldiğini (sayfaların bittiğini) ve bu vakitte tek cümlelerde düşünceleri sunmanın uygunluğunu gösteriyor.
Ben bu noktada biraz durdum diyebilirim ama;
Fanzin yürüyor!