Bu toprağın yaşanmışlıklarında, ezber bozan bir andır hayat. Gitmek, bir itiraza yaraşır. En güzel sözcük, film şeridi gibi akan kısa ömürlere dayanır.
Yunus Emre Suci’nin Hüzün İklimleri fankiti, anlarımıza yerleşerek, anılarımızdaki yerini aldı. Yitip giden, nice güzel cana adanmış mısralar, başka kalplerin sızısını paylaşarak kağıda, oradan da bizlere ulaşmış. Eline sağlık.
“ve bilse
doğurmazdı hiçbir ana
ölüme uyanacak çocukları”
puslu aynaların yüzünde
hep büyük
ve hiç büyüyememiş
bütün savaşlarda gülüşünden vurulmuş çocuklardı yüzüm..
Ölümün üzerine bir şeyler söylemek her zaman en zorudur. Siyaha inat, solgun, renksiz yüzlerin siluetleri arasında dolanarak, mezarların arasında, yaşamın damarlarını tutabilmek ve onu tekrardan dönüştürüp yarınlarla harmanlamak… Hissetmeden, anlamadan, bilmeden yazılması imkansız metinlerdir. Bir doğumu, son nefeslerden emanet; zamanı kırarcasına bir sonraya aktarmak… Gerektiğinde sert vuruşları, muharebe meydanına çekmeden anlatmak, dünden gelerek bugünü sayıklamak gibidir. Gerçeği, gelmişe geçmişe sövebilir. Şiirin doğası, yargının yazgıya kurban edilişidir.
Mısralarda Nazım’a sıkça rastlamamız bundandır. Bir İstanbul sabahında, yokluklardan ilişmiş, nice çocuk gülümsemesine çarpıp geçmek, tesadüften ibaret değildir. Bu bilinçtir. Yazanın, yeni yazacaklara sunduğu, susuzlukta kaybolmuş onca sayfadan bir tutam ümidi koparıp getirmesi… Gerisi okura kalmıştır. Keyifli okumalar.