Fanzin Apartmanı olarak 22 Ekimde Junker Cafe’de gerçekleştirdiğimiz etkinlik için davetimizi kabul eden Serkan Üstündağ ile fırsattan istifade söyleşme imkanı bulduk. Yayınevleri, fanzinler ve hakim edebiyat hakkında lafladık.
Günümüzde var olan “hakim” edebiyat ile görünmeyen, iyi metinler olmasına karşın basım programlarında alınmayan gerçekten iyi kalemler var. Bunun yanında bir reklam furyasıyla tozu dumana katıp sonrasında adı bile anılmayan, birbirinin kopyası kitaplar… Edebiyatın geldiği bu noktayla ilgili ne düşünüyorsun?
Çok sade bir dille bu durumu eleştirmek gerekirse; edebiyatın kelime anlamını yitirme sürecini, heyecanlı ve yazdıklarını paylaşmak isteyen insanlardan kaynaklandığını düşünmüyorum. Buradaki esas nokta, “ihtiyaçlar” listesini karşımıza çıkaran sistemin ta kendisidir. Yani, önemli olan şey edebiyatın değil, günümüz koşullarında bulunan bazı insanların karnı tok yaşatılmasıdır. Kinizm hakkında biraz bilgi sahibi olsak, ortada bu kalitesizlik dolaşmazdı fakat aramızdan bazıları ise sırf kendilerini popülarite sofrasına dahil edebilmek adına, bu soykırıma ortak olmakta…
Edebiyatımızın geldiği noktayla ilgili olarak ise, kelimelerin kendi değerlerini yitirmelerinden başka bir şey düşünemiyorum. Bu gibi durumlarda direkt olarak sınıflandırmalar ortaya çıkıyor. Örneğini müzik üzerinden vermek mümkün; popüler müzik. Her parça birbirine benziyor ve belirli dönemlerde dillere dolandıktan sonra kendisini unutturuyor. Edebiyatta da ileri bir tarihte “popüler edebiyat” sınıfını çıkaracaklar. Belirli bir dönem okunacak ve ardından da unutulacak binlerce eser bizleri bekliyor…
Bazen kendi kendime soruyorum. Acaba yayınevlerine biz mi ulvi bir kostüm biçiyoruz, beklentilerimiz mi yüksek yoksa yayınevi taklidi yapan “bürolar” mı çoğunlukta? Sence anlatılan ile yaşanan arasındaki bu fark neden?
Yayınevlerinin çalışma prensipleri gerçek anlamda faaliyette olsa ortada hiç de “ulvi bir kostüm çizme” düşüncesi bulunmazdı. Bu soruyu tetikleyecek çok sayıda örnek var sokaklarda. Bizim beklediğimiz şey, bir yazarın ihtiyacı olan hususların yayınevleri tarafından giderilmesi iken, bugünlerde sadece matbaa ve dağıtım hâline dönüşümlerini gözlemliyoruz. Heyecanlı yazar adaylarımız paralarını denkleştirdikçe bu durum devam edeceğe benziyor.
Benim de aklıma bir soru takılıyor, anlatılanlar ile yaşananlar arasındaki farkı ortaya koyabilmek için. Bu ülkede en son ne zaman yayınevlerinden çıkan bir “yetenek avcısı” gördük ki?
Farklı arayışların sesleri kulağımıza geliyor. Bu yapıya tepkili olan kimi yazarların kafasında farklı düşünceler var. Sence bu akışa nasıl alternatif bir yol çizilebilir? Yayınevlerinin etiketi olmadan basılmak, okurun önüne ulaşmak mümkün değil mi?
Bu konuda uzun uzadıya karar almak gerekir. Okurun önüne hiçbir yayınevine bağlı kalmadan çıkmak tabii ki mümkün ancak gerçek anlamda eser çıkaran her yazarın bu duruma gücü yeter mi, bunu öngöremiyorum…
Özetle bakmak gerekirse, sağlam bir eleştiri geliyor yayınevlerine. Daha demin sorduğum sorunun cevabı oluyor aslında… Yetenek avcılarını yayınevlerinden beklememize rağmen karşımıza çıkmadıkları için, bizler o rolü üstlenmemiz gerekiyor. Beklediğimiz yayınevi emeğini göremedikçe de bu yazarların sayısı artacaktır. Bu işin kısır döngüsü ise, gönüllü olarak başlayan fakat bir yerden sonra kendi çıkarlarını düşünmeye başlayan insanlar tarafından gerçekleşecektir. Yetenek avcısı rolünü oynayan kişilerin, karşısındaki bireylerin hem paralarını hem de duygularını alabilme gücünü göz ardı etmemek gerek.
Sanırım bu yüzden; sabırla bekleyen, çevresindeki farklı fikir ve eleştirilere açık olan, edebiyatı ya da sanatı gelir beklentisine dönüştürmeyen, sınırlarından kurtulmuş ve kendi benliğini en az bir kez öldürmüş insanlara karşı saygım büyük…
Son dönemde fanzinlerin yükselişinden heyecan duyduğunu görüyorum. Bizi kırmayıp onca işin gücün arasında İstanbul’dan kalkıp geldin. Fanzinler hakkındaki düşüncelerini merak ediyorum.
Fanzinlerin, toplumumuzdaki alışkanlıkların değişim sürecini temsil ettiğim için özellikle takip ediyorum. Bundan belki de bir yıl öncesine kadar “fanzin nedir” sorusuna verecek cevabım yoktu. Hatta İzmir buluşmasından önceki yorumlarım ile sonrasındaki yorumlarım da birbirinden farklı olurdu… Yaşayan bir şeyi tanımlamak zordur. Nasıl ki, Serkan bugün müzik dinlemeyecek gibi kesin bir yargı sunamayız (sırf bu yargıyı bozmak için bile müzik dinler), fanzinler hakkında da kesin bir yorum yapamıyoruz. Buna rağmen bir yorum getirilecek olunursa;
Fanzinler çıkara bulanmamış kan taşımaktadır. Barındırdığı emeğin tazelik kokusu insanın aklını başından alır. Aralarından bazıları buharlaşsa da, bir şekilde yoğuşur ve yine bir bedene sahip olur. Fanzindir bu, yürümeye devam eder 😉
Sadece edebiyat değil, diğer başka alanlarda da üretimlerine devam ediyorsun. Mesela senaryo bunlardan biri. Biraz onlardan bahseder misin?
Senaryo yazımı çalışmalarım aslında tiyatro metin yazımlarıma denk gelmekte. İlk kitabımın birinci bölümünde bu durum çok net gözükmekte ve bir de kameramanlığa soyunmakta bu istek.
Bunun yanı sıra, elimde bulunan birkaç kısa film ve çizgi roman senaryoları dışında, bu aralar pek senaryoya yoğunlaşamıyorum. Acemi olmak ile birlikte, senaryosunu yazdığım ve yönetmenliğini yaptığım en mütevazi eserim (ayrıca ben de oynuyorum bu filmde) Bozuk Anksiyete’dir. Bu kısa filmin ve röportajın beden bulması tamamen ortak istekler ve fedakârlıklara dayanıyor. Sanırım etrafımdaki sönen istek ateşi beni de etkiledi ve son zamanlarda senaryo adına fazla bir şey yapmadım.