Yazan: Selma Cengiz
Hasar: Herhangi bir olayın yol açtığı kırılma, dökülme, yıkılma gibi zarar
Yollar, gidildikçe uzaklaşan kıvrımlar; geçmiş ise kendini tekrar eden bir serzeniş silsilesidir. Zaman, bir gün hatırı tamir etmeyi başarabilirse, hayat diye adlandırılan kaos, yeni bir yolun kıvrımında kaybolabilir. Böylece insanlığın “Hasar Payı” -umutlar ışığında- yolumuzda köstek olmayı bırakır. Bize kalan ise fanzinlerin titrek mısraları olur. Hatırımıza düşen bir fanzin: Hasar Fanzin
Birkaç yıldan beri hem okuyucusu hem de yayımcısı olarak ön planda olan fanzinler, bugünlerde daha sistemli bir yolda kendilerini bulmaya çalışıyor. Bazen yarı yolda kalıp yeni kapılar arayanlar, kimi zaman ise büyük bir azimle bu çarkın içinde üretmeye devam edenler… İşte bu fanzinlerden biri olan Hasar, güz dönemi sayısıyla okuyucularıyla buluşmuş durumda. Okumalarımdan edindiğim bilgilere dayanarak -görülüyor ki fanzinler günden güne daha nitelikli olmaya başlıyor. Sebep mi? Bunun başlıca sebeplerinden biri, ülkemizde çıkarılan fanzinlerin okuması yapılırken değerli tespitlerin ortaya koyulmasında. Diğer bir sebep ise çizimlerin gün geçtikçe daha özgün hale gelmesinde. Hasar Fanzin, bu okumaları yeteri kadar yapmış ki, metinlerarası etkileşim olsun, çizimlerin özgün biçimde ortaya serilmesinde olsun kendini ayrı bir yere koyabilmeyi başarmış.
Hasar Fanzin, kapak fotoğrafına yerleştirdiği bir aforizma ile güz sayısının ipuçlarını vermiş. Bu ipuçlarının detaylarınaysa giriş sayfasında değinmiş:
“Hatır bozulur, yol bozulmaz.” -Fahreddin Efendi Hz
Fanzin içeriğine bakıldığında, bizi ilk karşılayan “Dedemin Motoru” adlı öykü oluyor. Yunus Abid, öyküyü akıcı bir dille yazmış. Eski zaman ile yeni zaman arasında değişen farklılıkları gözler önüne serse de, bu izlenimlerin birçoğu öznel düşünceler ile ortaya serilmiş. Zaman kavramının değişken etkisine bir kulaç da Ahmet Hamdi Tanpınar’dan eklemek gerekirse: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.” Tanpınar’ın bu sözünden hareketle yazarın “Kahraman-Kemal-Dede” üçlüsündeki karşılaştırma öğelerini, belirleyici özellikleriyle ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Kahraman bir yandan kendi problemlerinin farkında olup diğer yandan da kardeşi Kemal’in, dedesi ile olan benzerliklerini söylemekten çekinmemiş. Hatta büyük kıyaslamalara dahi girdiğini “Sorsalar o dedesinin gülü, ben tekerin çomağı idim.”cümlesinden çıkarabilmekteyiz. Öyküleyici bir anlatımla kaleme alınan öykü, modern zamanın birey üzerindeki etkisini, bitkinlik ve yalnızlık temaları etrafında şekillendirip okuyucuya sunulduğunu söyleyebiliriz. Bir çırpıda okunması dileğiyle…
İlker Öner’in “İstinatsız Fide Düşerken” adlı şiiri birçok konunun harmanlanmasıyla oluşmuş gibi gözükse de, şiirin sonlarına doğru tek bir varlıkta yani “insan”da birleşen bir olguya sahip. Siyaset, politika, kapitalizm, din, insan hakları, hayvan hakları konularının harmanlanmasıyla yazılmış bir şiirin, bizde uyandığı izlenimleri, şiirin son mısrası ile açığa kavuşmuş: “Bir ben mi tökezlediği taşın şarkısıyla sarhoş?”
Bir şiir, insana dokunmadan önce topluma dokunuyor ise, şairin insan ile bir meselesi var demektir. İlker Öner’in “İstinatsız Fide Düşerken” şiiri; toplumdan insana, insandan topluma ilerleyen bir yapıyı barındırıyor. Ayrıca şairin cesur mısraları çekinmeden dile getirmesi, şiirin eleştirel okumalara da açık bir şiir olduğunu gösterir.
“Saçları Akdeniz’de Karışmış Bir Kadındır, Beyrut” adlı şiir, Orta Doğu’nun Beyrut şehrine addedilmiş bir şiir olmuş. Benzetme öğesiyle bir kadına benzetilen Beyrut, hem kişileştirilmiş hem de kadının ayırt edici özelliği olan saçları ile daha somut bir hale getirilmiş. Bir şehri gözümüzde canlandırabilmenin hazzını yaşatan bu şiir, Sultan Gülsün tarafından kaleme alınan ve ayrı başlık altında incelenmesi gereken bir şiir niteliğinde. Sultan Gülsün’ün şiiri, bize, Beyrut’a ait mısraların geçtiği bir başka şiir olan “Makber”i hatırlatabilir. Abdulhak Hâmit Tarhan tarafından kaleme alınan şiir, eşi Fatma Hanım’ın ölümü üzerine yazılmıştır. (Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh! / Beyrût’ta bir mezâr kaldı.) Fatma Hanım, Hindistan’da verem olduğu sırada, -Hâmit, eşini kendi ülkesine geri götürürken- Beyrut’ta vefat etmiştir. İşlenilen konular birbirinden farklılık gösterse de Sultan Gülsün’ün şiiri okunduğunda, Beyrut hakkında söyleyecekleri bitmemiş gibi geliyor. Şiirin bir devamı, bir hikâyesi var gibi hâlâ. İki şairin Beyrut’u ele alışları elbette farklı. Sultan Gülsün, Beyrut’u bir imge olarak şiirine yerleştirmiş ve şehre bir insan silueti yüklemiş, diyebilmekteyiz.
Uzun zamandır okuduğum en iyi fanzinlerden biri olan Hasan Fanzin, size sesleniyorum: Eğer bizleri merak ediyorsanız, bizler çok yakınlardayız. Sesimiz kısık, kulaklarımız yarı sağır, gözlerimiz bulanık olsa dahi sizi hissediyoruz. Somut varlıkların içinde soyutlaşan birkaç insana ulaştığınız vakit, yeniden gün yüzüne çıkacağız.