Parantez İçi Fanzin Sayı 9: Bir Dolup Taşma Hali (PDFli)

 

Uzun bir aradan sonra Parantez İçi Fanzin 9’uncu sayısıyla aramıza döndü. Uzun diyorum çünkü yaklaşık 1,5 yıldır aramızda yoklar. Bu bir eleştiri değil, durum tespiti çünkü fanzin tam da bunun için var. Zaten fanzinin giriş yazısında da özetlenen bir durum bu, “dolup taşma hali”. Zamanı gelmiş ve Parantez İçi Fanzin çıkmış. Ben de ilgimi çeken yazılar üzerine biraz konuşacağım.

İlk olarak Mehmet Fatih Balkı’nın Şiir Okuyun yazısından bahsetmek istiyorum. Fanzinler öylesi bir mecradır ki, bu alanda poz kesmenizin bir anlamı yoktur. Reklamını yapmak denen şey olsa olsa siz ve sizin gibi düşünen insanlarla dolayımsız, bireysel iletişime geçmektir. Yer yer instagram hesaplarında oluşturulan profillerde bile narsist kişiliklerin patladığı, “ben-ben-benim- benim” şekilciliğine bulandığı yerlerden farklı olarak düşüncenizi, duygularınızı açmanı gerekmektedir. Hiç değilse bile bunu örtük şekilde de olsa çeşitli biçimlerde anlatmanız beklenir. İşte Fatih’in bu yazısında beni vuran da bu oldu. İntihar olgusunu (kendi ne kadar kabul eder, etmez bunu bilemem) kendi hayatı üzerinden sorgulayarak bazı çıkarsamalarda bulunmuş. “Her intihar başkalarının hayatına yapılmış bir terör saldırısıdır.” Oldukça yerinde bir tespit. Bu tema üzerinden bir varsayımda bulunarak Fatih, olası ölümü üzerinden çeşitli göndermeler yaparak hayatına dair bazı çıkarsamalar ve olası tahminlerde bulunmuş. Belki de bir arzusunu dile getirmiş. Korkmayın! Kendisi hayli iyi ve sağlıklı durumda. Hareketlerinde bu tarz düşünceleri olduğuna dair bir emare de yok. Zaten yazısında da tam bu noktaya değiniyor ve intiharın yıkıcılığına dem vuruyor. Fakat burada dikkati çeken bir nokta daha var. Yakinen tanıdığım için söylemeliyim ki; şiire bu derece anlam yüklemiş olması ilgimi çekti. Duanın yerini alan şiir bize çeşitli çağrışımlar sunsa da en nihayetinde onun yerine geçtiği de bir durum. Yazının sonunda şiire biçtiği anlamsa onu yüceltir mi, yoksa gelir geçerliğini mi duyumsatır, bu tartışılır. Hayli iyi bir yazı.

Senden Tiksiniyorum Gökkuşağı isimli öykü ise ülkemizdeki kimi homofobik siyasetçilerin elinde siyasi bir malzeme haline gelen gökkuşağı sembolünü konu alıyor. Fabl türündeki bu öyküde, gökkuşağına insani özellikler kazandırarak bu aklı gidik, gerici tayfayla diyaloğunu ortaya koyuyor. Dikkat çeken nokta ise gökkuşağının bu tiplere karşı takındığı nazik, iç bükey tavır. Buna karşın olayın sonuç kısmı, görseli ve büyük puntolu iki cümle bu naif öyküyü hayli vurucu bir hal kazandırmış. Günümüzün hastalıklı siyasetine de şerhini koymuş.

Samet Kuru’nun yazdığı Yaşamın Koyu Renkleriyle şiiri ise hayli yalın bir dilde, açıkça ne istediğini ortaya koyan bir metin kaleme almış. Bireylerin toplumun her alanında güçlü, becerikli, kariyer sahibi vb. sıfatlar toplama yarışına giriştiği bir ortamda sevgilisiyle girdiği ilişkiyi bu denklemlerden uzak tutma söylemini konu almakta. Dolaysız ve açık bir diyalog talebini yansıttığı metnini hayli içten bulduğumu söylemeliyim.

Delik Bir Okyanus: Zaman yazısıysa bu sayıda en beğendiğim yazılardan biri. Zülfikar Yamaç’ın yazdığı bu deneme zaman kavramını ve onun çevresinde dönen yaşam alanımıza eleştirel bir açıdan bakışını konu alıyor. Yazının içerisinde bahsedilen “fotoğraflama” zamanı saklayan, biriktirmemizi sağlayan bir işleve sahip. Genelde böylesi felsefi metinlerin çoğu kişiye sıkıcı geldiğini bilmekteyim fakat bu yazı öyle değil. Sizi anlatım karmaşasına sokmadığı gibi günümüzün çıkarsamalarından yola çıkarak çeşitli sorgulamalara itiyor. En önemlisi elimizde olanların ne anlama geldiğini, nasıl bir refleksle bu alışkanlıkları edindiğimizi duyumsatıyor.

Gül Nur Demirtaş’ın kaleme aldığı Orhan Selimler Doğurmak yazısıysa özellikle hayattan soyutlandığımız, yer yer içe kapandığımız ve kendimizden bile bahsetmekten yıldığımız bu zamanları çağrıştırıyor. Burada Gül Nur’un durumundan kendimizi ayırarak (ki o da bunu amaçlıyor) içimize eğilerek, yazdıklarını sanki bir dostun ağzından dinlermişçesine özümsemeyi ve bize gösterdiği açılardan hayatlarımıza bir kez daha dönüp bakma fırsatını sunuyor. Bahsi geçen bir deneme türü olmasına ve bir sohbet havasına büründürülmesi amaçlanmasına karşın metin dili hayli iyi ayarlanmış bir yazı. Gül Nur’un böylesi üretimleriyle arasını fazla açmamasını diliyorum. Diliyorum ki, bizler de bu hoş anlatıdan mahrum kalmayalım.

Hangisi Olumlu yazısıyla Gizem Geçgil ise karmaşık bir duygu dünyasını yansıttığı yazısıyla ilginç bir öykü anlatımı gerçekleştirmiş diyebilirim. Başıyla sonu arasında gidip geldiğim yazı bir dönüşümü çağrıştırıyor. Tamamlanmış bir kişilik yapısının hayatında karşılaştığı küçük bir engelle nasıl değiştiğini, çevresinde olup bitenlerin duygusal dünyasında yarattığı tahribatı dile getirmiş ve bu gerçeklikle karşılaşmanın ruhsal dünyasında meydana getirdiği ankisiyete halini konu almış. Maddeler dünyasındaki bütünlüğe karşın içsel karmaşa…

Nemli İtalyan Gecesi isimli yazıysa diyaloglar eşliğinde inşa edilen bir yazı. Muzaffer Şen’in kaleme aldığı bu yazıda Muzaffer bizleri varoluşsal bir dışavurumun tam ortasındaki bir söyleşiye dâhil ediyor ve bir başka zamanda, şekilde yaşamanın hayalini kurdurtuyor. Sevgilisiyle İtalya’nın bir sahil kasabasında olma hayallerini bizlerle paylaşırken aslında nelerden kaçmak, ne tarz bir hayatın peşinden gitmek istediği sinyallerini veriyor ama bunu anca yazının sonunda, diyaloğu gerçekleştirdiği sevgilisiyle birlikte anlıyoruz. Daha üzerine yazmak isterim ama sürprizi kaçar. Yazı çok tatlı, bence okumalısınız.

 

FANZİN: Parantez İçi Fanzin Sayı 9 (PDF İNDİR)