Davam Dertlerim ve Acılarım Fanzin Üzerinden M. Kağan Will Şahinoğlu ile Sohbet

 

Elimde son fanzinin var. Bize bu yolculuktan bahseder misin? Daha önce çıkardığın, yer aldığın fanzinlerden farklı olarak burada gerçekleştirmek istediğin nedir?

Teşekkürler. Bu yolculuk, kısıtlama ve uyum zorunluluğundan uzak kalmak arzumun başlamasıyla tahayyül ettiğim, akabinde “neden olmasın ki?” sorusunun gelmesi ile canlanan, son olarak da “e hadi madem” demem ile hayata merhaba diyen bir fanzinden ibaret değildir. Bu, bir kavga yolculuğudur, bir ümit çığlığıdır. Bir yandan ezilen herkesi savunduğum, bir diğer yandan da bireysel meselelerimi fısıldadığım bir yolculuktur. Günlük hayatta ezildiğimi de yazdım, dini meselelerimi de yazdım. Ama bunları yazarken, kendimden ziyade halkın telaffuz etmeğe korktuklarını söylemeye çalıştım. Biliyorum, ben de çoğu insan gibi, dünyayı değiştirebilecek birisi değilim. Ama istediğim, -klişeden farklı olarak- dünyayı değiştirebilecek birisini canlandırmaktan ziyade, geleceğimiz olan gençlere, çocuklara ve büyüklerime, daha yaşanabilir bir dünyanın mümkünlüğünü anlatmak, bu arzuyu onlara da yaşatmak. Yani, amacım kendi derdim değil aslında. Asıl amacım, toplumsal bilince katkı sağlamak, insanlara “motorları maviliklere sürmenin” mümkün olduğunu anlatmak. Yani DDA, bir istek, bir meşhur olma arzusu, meşguliyet ve kendini okutmaktan ziyade, bir toplumsal konuşmadır.

 

Davam Dertlerim ve Acılarım Fanzin. Aslında kelime ağırlıkları olarak güçlü, isyankâr ve kendi döngüsünü içinde barındıran bir isim. Neden fanzine böyle bir isim vermek istedin?

Davam da derdim de ve acım da toplumdur benim. Yani, toplumu ve toplumun bir parçası olan şahsımı anlattığım bir fanzindir bu. “Dert” ismini karşılayan durum, toplumu dert edinen bir bireyin toplumdan dışlanmasıdır. Bu, acınası bir durum değil midir? Bu duruma üzülen bireyin iç dünyası ise “Acı” kelimesini karşılar. “Dava” ise, bu bireyin, halka -veya belirsiz bir kitleye- yaşanılanları, ezilenleri ve kendisinin -kendisi gibilerin de- düştüğü durumu anlatmaya olan inadıdır. Bütüne bakıldığında, isim arabeskvâri gözükebilir. Eğer toplum, arabesk ise ve bu fanzini “arabesk” olarak tanımlıyorsa, bu isimin de arabesk bir isim olması kabul edilebilir bir durumdur. Ama burjuvazi bu ismi veriyorsa, bu kesinlikle kabul edilemez.

kağan şahinoğlu 1 m kağan şahinoğlu 2

Seni daha öncesinde kolektif işlerden biliyoruz. Özellikle Eskişehir’deki fanzinlerin hemen hemen hepsine metinlerinle iştiraklerin var. Neden böyle bir solo çıkışa kalkıştın? Ne eksik, ne fazlaydı.

Biliyorum, halkçılığı ve eşitliği savunan birisinin kolektif ürünlerden (biraz) uzaklaşıp şahsi etiketiyle tek başına bir iş çıkarması gülünç bir durum. Bu konuda şöyle bir savunmam var -haksız olduğumu kabul ederek söylüyorum- bir kolektif eser sunuyorsanız, çoğu oluşumda, bir hiyerarşi ve uyum söz konusu. Bu itiraz ettiğim bir davranış değil, kesinlikle de öyle olmalı ama şu var ki ben utangaç ve uyum sağlama problemleri yaşayan birisiyim ve böyle bir niyetim varken başka bir grupta bulunmak beni zora sokuyor. Evet, başka fanzinlerde de yazdım ve yazıyorum ama fark ettiyseniz, daha manevi ve daha “gönül işi” konular kullanıyorum. Solo iş yapmanın ayrıcalığı ise, bir kısıtlama ve uymak zorunda olmadığın bir durumdur. Her şey serbest. Şimdi ben kalkıp ona buna sövsem benim problemim olacak, kimseye bir zararı olmayacak. Bu güzel bir şey. Bütün sorumluluğu -kendi sorumluluğunu- senin üstlenmen ve rahatça at koşturabilmen. Bu, bana iyi gelen bir şey.

 

Bu bir şiir fanzini ve politik yanı oldukça ağırlıkta. Gerçek hayatında da bu derece siyasetle yoğurulmuş bir yaşantın mı var yoksa bu mısralar bir özlemin ürünleri mi?

İkinci sayıda bahsettiğim İsmail öğretmen gibi Sovyetler Birliği’ni görmedim ki; o öğretmenim bir dönem orada yaşamış birisi. Yani komünizmi tam anlamıyla yaşamadım ama Leo Huberman’ı, Nazım Hikmet’i, V. İ. Lenin’i, Marx amcayı okuyup kendi inandığım kısımlarını savunuyorum. Gerektiğinde kavgaya girmişliğim, çok problemler yaşadığım ve görüşüm sebebiyle dışlandığım doğrudur. Yani, siyaset ile içli-dışlı birisi sayılabilirim. Hani, olur ya, okulda karşıt görüşlülerle kavga edersin, laf dalaşına girersin… Ben de yaptım bunları, ama bunların hata olduğunu düşünecek kadar da siyaset düşmanıyım. Çünkü insan değerli bir varlık değil midir, neden hümanizme inanıp diğer bütün kavramlardan soyutlanarak birlik olmayalım? Neden öldürüyoruz birbirimizi? Kuran’da demiyor mu “bir cana kıyan tüm insanlığa kıymış gibidir” diye? Çoğu din bunu savunmuyor mu? Ateistler, yaşamın değerini en iyi kavrayanlardandır, kaç ateist gördüm kavgada bıçak kullanan… Benim arkadaşlarım genellikle benim zıt olmam gereken insanlar. İki tanesi, mesela, art arda Bozüyük Ülkü Ocağı Ortaöğretim Başkanlığı yaptı, aşırı dindarlar, ateistler, deistler, A partililer, B partililer, anarşistler… Bir sürü zıt olmam gereken arkadaşım var. Ama ben, bu insanları dışlamaktan ziyade çayımı çorbamı paylaşıp onların derdini dinleyip ortak bir noktada buluşmaya ve düşmanlıktan uzak yaşamaya davet ettim. Doğrudur, sevenimden çok düşmanım var. Ama ben, yerli sigara içerken bir kesimin, din özgürlüğünü savunurken bir kesimin, fikir özgürlüğünü savunurken başka bir kesimin, eşitliği savunurken neredeyse herkesin bana düşman olmasını saçma buluyorum. Yani, hümanizmi savunacak kadar apolitik, bir amaç uğruna her şeyi feda edecek kadar politik bir insanım.

Bize Eskişehir’deki fanzin ortamından biraz söz eder misin?  Daha önce fanzin etkinliklerine ev sahipliği yapmış şehirde, fanzinlerin geleceğe dair ne gibi planlar var? Senin gözlemlerini almak isteriz.

Açıkçası ben Bozüyük’te yaşıyorum. Köylüyüm diyebiliriz. (Modern Ruhlar da deniyor buraya, ama bunun şu an için bir önemi yok.) Ama dershanem sebebiyle her haftasonu Eskişehir’e gidiyorum. Eskişehir’de aşırı samimi bir ortam var. (Sevgilimden ayrıldım, Fevzi’yi aradım. Çabuk gel dedi. Sandım ki dertleşeceğiz. Olgun Ruhlar 9’un tasarımını yaptık…) Tamam, herkesle kan-kardeş değil kimse ama az buçuk herkes herkese yardım ediyor. Burada söz Paskalya Tavşanı’nın (Adamın, genel olarak 2000’lilere garezi var). Sağolsun, çok yardımı dokundu buradaki çoğu insana. Gerek, yaratıcı küfürler öğrendik ondan, gerek poetik detaylar öğretti.

Son zamanlarda Eskişehir’e daha da fazla fanzin gelmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu gayet güzel bir şey. Buluşmalar oluyor arada, mesela Suadiye Buluşması dahil hiçbir etkinliğe gidemedim. Ama burada da buluşmaların düzenlenmesi, hem birlik olmak açısından hem de bu şehrin sanat emekçileri (hoşuma giden abartı bir hitap) olarak kim ne yapmış, nasıl işler olmuş (kimden ne çalabilirim) açısından çok güzel bir olay.

Gelecek planlarını bilmiyorum. Bilsem söyler miyim, onu da bilmiyorum. Ama Eskişehir insanı da Eskişehir kadar güzel. Tamam, Porsuk boyu uzanan kadınlar yok ama Porsuk’ta ne toplantılar yaptık, ne güldük ne eğlendik, anlatamam. Yani, bu kadar negatif olup bu kadar sanatsal yaşayan bir şehir ve halkından söz ediyorsak, basit işler ve popülist edebiyat beklemek çok büyük bir hatadır. Ben, inanıyorum ki yakın tarihte çok sağlam işler olacak. Garantisini veremem ama ufaktan fısıldayabilirim.

davam dertlerim ve acılarım fanzin

Son olarak söylemek istediğin şeyler var mı?

Bu röportaj için çok teşekkür ederim öncelikle, bana bugüne kadar bütün bu yardımları yapan Efe Elmastaş’a, benden hiçbir yardımı esirgemeyen, anlamadığım yahut yapamadığım teknik olaylara -bütün yoğunluğuna rağmen- el atan Paskalya Tavşanı’na, şiirlerime yaptığı acımasız eleştiriler ile bana ruhu yakalamayı, şiirin yapbozluğunu ve şiirin hem tutsak edilemez vahşiliğini hem de o naif melodisini sabırla öğreten Halil Ünal’a, bu işe birlikte başladığımız Laf-u Güzaf ekibine, Kırık Fevzican Çelik’e, gamsızlık tanrısı Can Bayar’a ve koca lise hayatım boyunca bana yoldaşlık yapan Caner Gözütok’a çok teşekkürler. Bugüne kadar hep beraberdik, eğer ayrılırsak, bir gün rastlamak gibi bir niyetim var…

Kapanışı Hüseyin hoca ile yapmak istiyorum, “Beni ben yapan, benden olmayandır. Bizi en çok bizden olmayan geliştirir.

Yorum bırakın