KRİTİK: Dimağ Fanzin 4. Sayısı Üzerine

 

Beyin…

İnsanlığın en büyük sırrı değil de nedir şu kafamızın içinde taşıdığımız en karmaşık organımız, canımız beynimiz? Sağında ve solundaki loblarında ne gizemler vardır, kim bilir. İşin bilimini bırakıp hislerimi koyayım diyorum ortaya ama yine de yerine yakışır bir tanım bulamıyorum bu nadide parça için. Neyse şimdi ben yine beynimi çalıştırır, yazar da yazarım bu konu hakkında ama konumuz bu değil

Konumuz: Dimağ Fanzin

Öncelikle okurken gerçekten büyük zevk aldığımı ve beynimin gülümseyerek fanzin yazarlarına selam çaktığını özellikle belirtmek ve fanzinde emeği geçen arkadaşlara teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Özenle hazırlanmış ve okuruna keyifli, düşündüren ve zaman zaman uzaklara daldırıp hüzünlendiren zamanlar yaşatan bir fanzin olmuş.

Gerçekten “iyi bir iş”.

Fanzinle buluşmamızda beni bir playlist karşıladı, listede favori parçalarımdan birkaçı ile de karşılaştım. Yazarlarımız bunu fanzinin en başına koydularsa vardır bir bildikleri dedim ve fanzini o şarkılar eşliğinde okudum. İnce ve hoş bir düşünce olmuş, sevdim.

Fanzin boyunca arka planda etkileyici görseller eşlik ediyor yazılara ama biri var ki daha etkileyici olanı zor bulunurdu diyorum. İlk playlist arka planı, Allen Ginsberg.

Playlist’ler sonrası fanzin yazılar ve şiirler ile devam ediyor, yine görseller eşliğinde. Son olarak da bizi Türkçe-İngilizce çevirileri olan sözler dizisi ile buluşturuyor. Sadece bu kısım için naçizane bir eleştirim olacak, sözlerin sahipleri kimler belirtilmemiş. Bir şiirden ya da bir şarkıdan alıntı mı yoksa fanzin yazarlarının kaleminden çıkan doğaçlama cümleler mi, bilemedim. Belki geleneksel bir şeydir ve süregeliyordur, emin olamadım çünkü elimdeki fanzin dördüncü sayı.

İçeriklere gelecek olursak şiirler ve denemeler oldukça etkileyici ve bitince şöyle durup üzerinde “ben az önce ne okudum” dedirten türden. Abartmıyorum, bunca yıllık okur hayatımda karşılaşmadığım tarzda cümleler ile karşılaştım. Sanırım her biri hakkında yazacak birçok şeyim olabilir ama ben, beni çokça etkileyen birkaçına değinmekle yetiniyorum.

Nur Kahya’nın “Peki Ya Sen” şiirindeki betimlemeler, “ben bunlardan hangisiyim” diye düşündürüyor insana, şiirinin sonuna da Muhyiddin Abdal’ın o meşhur dizesini yerleştirmiş : “İnsan insan derler idi, insan nedir şimdi bildim”. Her gün bir yeni tamını yapılırken insanın, “insanı bilebildim” demek çok zor değil mi sizce de?

Altay Kenger’in “Gebermek Vakitleri” şiiri de oldukça dokunaklı özellikle şu dizeler:

Ben yanmamış mumlar
Yağmamış yağmurlar barındıran
Sonsuz bir ıssızlıkta seninle
Şarkı şarkıya kaldım…

Alper Söken’in “Bir Sokak Lambası Kadar Loş Yalanlarınız” yazısı fazlaca etkileyici.

Dizelerden biri şu “Ve bir tanrının yalanı kadar kusursuzsunuz” Öyle bir anda gelip kaleme yerleşen cümlelerden biri olduğunu düşünmüyorum, en azından akıldan öylece çıkmayan bir cümle olduğundan eminim.

Son olarak da İrem Genkertepe’nin “Küçük İnsan” yazısını cevaplayarak tamamlamak istiyorum.

Biz kirli bir dünyaya doğduk, bataklıktayız ve eğer çırpınmazsak en dibe batacağız. Çırpınmalı, bataklıktan çıkmalı ve bataklıkta kalanlara dal uzatmalıyız…

Dünyayı bir beyin kurtarabilir mi? Neden olmasın…

Fanzin Yürüyor!

Yorum bırakın