İnternet Neden Fanzinleri Öldüremedi?- Void Zine 17

 

Çok tartışılan konu hakkında, Void Zine’nın 17 sayısında yer alan bu çeviriyi görmenizde isterim. Samimi bir dille, içten bir yazı olmuş. Emeği geçen herkese teşekkürler.

Virgina’da yalnız bir ergenlik geçirirken, bana The Cosby Show’dan* daha fazlasını sunabilecek ve başka yönlere sürükleyebilecek popüler kültür kaynaklarından beslendim. 2000’li yılların başlarıydı ve sosyal platformlar devreye girmemişti, LiveJournal** henüz emekleme aşamasındaydı; Tumblr daha ortaya çıkmamıştı. O dönemlerde var olan ağların en popülerlerinden Myspace ve Friendster, muhabbet etmek ve birilerine bir şey anlatmaktan çok, güzel açılı fotoğraflar paylaşmak için kullanılan bir alandı.

Üniversitedeyken, neşeli İngilizce asistanımız (bir keresinde bütün hafta dersi iptal edip, Washington’a, riot-grrrl punk organizasyonuna gitmişti) beni fanzinlerle ve 90’lı yıllardaki feminist yayıncılıkla tanıştırınca; sanki dışarıya bir hayat çizgisi verilmiş gibi hissetmiştim. Bu fanzinler ve resmi olmayan dergiler; radikal feminizm, sosyal adalet, queer tarihi ve altkültürler hakkında somut olarak anlık bakış açıları sunuyordu. Böyle şeylerin olduğunu biliyordum ama hiç ulaşamamıştım. Artık dünya bana açılmıştı.

Teorik olarak bakarsak, internetin olgunlaşması fanzin arzusunu tamamen ortadan kaldırmış olmalıdır. Web, steroidler üzerine kurulu Gutenberg’in matbaasıdır, şirketler tarafından yaratılan ve insanları sitelere çekmek ve cezbetmek için hatırı sayılır büyük meblağlarda para harcanan ‘özgür bir yazılım’dır. Her gün milyonlarca, belki de yüz milyonlarca yayın sosyal medya sitelerinde basılıyor. Her ne kadar, sayfalarda gezindikçe sürekli yeni içeriklere maruz kalsak da yeni fikirlerin bizi yakalaması imkansızmış gibi geliyor. Evet, Twitter’da floodları yakalayabilir, Instagram’da birinin hayatını izleyebilir, Tumblr’da hastaghlere derinlemesine dalabilir veya YouTube’da Vlogger’ları takip edebilirsiniz ama aynı anda gerçekleşen(çevirimiçi) herşeyin dağınıklığı yüzünden konuyu hazmetmekte ve sunulan fikirleri özümserke gerçekten zorlanabilirsiniz. Belki, fanzinlerin hiçbir zaman kaybolmamasının bu sebebi olabilir- çünkü 2017 de bile etrafta bolca fanzin mevcut.

Birkaç ay önce Brooklyn’de bir çamaşırhaneye girdim, burada eski bir telefon klübesi, feminist queer dükkanına dönüştürülmüştü. Kolejde gördüğüm o küçük kitapçıklarla doluydu- hatta daha iyi tasarlanmışlardı- orada böyle şeyleri bulmak beni heyecanlandırdı. İçinde; farklı yaşlardan gelen hikayeler, bir cinsiyete uymayan Latin-Amerika’lıların, trans Müslümanların ve pozitif-şişmanların fotoğrafları vardı. Bir oturakta okuyabileceğim kadarını topladım.

Karşılaştığım çoğu matbu fanzinde online esintiler mevcut. Mesela Sula Colletive; kendilerini çok çeşitli insanların ürettiği bir dergi olarak tanımlıyorlar, maceralarına şehrin dışında -banliyölerde ve Deep South’da***- büyümüş insanlar için internette yayınlanan bir e-dergi olarak başlamışlar. “Bu, galerilere ve etkinliklere erişimi olmayan herkes içindir” diyor Kassandra Pinero, kolektifin kurucularından biri, 21 yaşında ve şu ana kadar tanıdığı dünya kısmen online bir dünya. Ancak, internet yayınclığında genellikle olan istençdışı ve şuursuz etkiler olduğunu fark etmiş. “İnternet kuralların olmadığı özgür bir yer olmalı ama öyle değil” diyor ve ekliyor: “Belli bir estetiğe uyulması için belirli bir baskı var” .

Her sosyal medya platformu, belirli davranışları ve gönderi biçimlerini ödüllendirme eğilimindedir. Hepsi, taraftar yaratmaya ve kişiye yatırım yapan takipçi oluşturmakla ilgilenirler. Instagram, sıkı fıkı samimi görünen fotoğrafların olduğu bir yerdir, Twitter’da zekice şakalar ve evrensel geyikler döner. Buralardaki çalışmalar genellikle platformlara uygun şekilde yapılır, farklı yönde değil.

Fanzin yapmak, beklenmedik bir soluk aldırabilir. Shakar Mujukian, The Hye Phen’in yaratıcısı – “Anavatanları gibi görmezden gelinemezler” diye tanımladığı trans ve queer Ermeni’lerle ilgili bir fanzin çıkartıyor- teknolojinin bir şeyi tamamen ele geçirebilmesini çok da mantıklı bulmadını söylüyor. Ona göre fanzinler, kişisel blogların öncüsüydü, ama bloglar son on yıllık sürede düşüş gösterdi. Ve fanzinlerde, yanıtlar ya da nefret dolu homofobik cevaplar yazılan bir yorumlar bölümü de yok. Fikirleri, ana akım dışında yayınlamak yazarları inanılmaz hassas yapabilir; internet, saldırıları davet eden zehirli bir kültürle kirleniyor. Mujukian’ın görüşüne göre fanzin; özünde yenilenme ile ilgilidir: “Kendi medyanızı hazırlayın, anlatınızı istediğiniz gibi özgürce tanımlayın.”

New York Halk Kütüphanesi sürekli yayınlar bölümünde çalışan Karen Gissony, alternatif yayınlar ve fanzinler konusunda uzman sayılır. Alternatif medya, onu üretenler ve tüketenler arasındaki rol hakkında yıllar konuşup bu konularda sohbet etmişliğimiz vardır. Fanzinlerin, kimseye borçlu olunmayan bir özgürlük alanı olduğunu söyledi. Biz interneti özgür bir alan olarak düşünüyoruz. Ama fanzinlerin yaratıcıları tasarımdan dağıtıma kadar bütün alanları kontrol ederler. Onu kütüphanede ziyaret ettiğimde, topladığı son fanzinlerden bazılarını bana göstermişti. Bunların arasında, Dr. RAD’s Queer Healt Show’un ilk sayısı ve Virginia’da çıkan progresif işçi sınıfı edebiyatı dergisi Blue Collar Review vardı. Gissony, bu fanzinlerin tarihi işler olduğunu söyledi. Yaratcılarına göre fanzinler kültürel normlara başkaldırma aracı olarak kullanılabilir.

3 Dot Zine’i hazırlayan ve yayımlayan Devin. N. Morris, bana yaptığı işi politik ve radikal bir eylem olarak gördüğünü söyledi. Baltimore’da genç bir queer sanatçı olan Morris’in yaptığı fanzinler bu deneyimi yansıtıyor. Onun için fanzin yaratma eylemi, yenilikçi bir bağımsız medya aracı olması ve bunun dağıtımından ziyade, kendi gerçeklerini uygun şartlara göre tanımlamak ve bu durumu meşrulaştırmakla ile ilgili. Bu, hemen hemen konuştuğum tüm fanzincilerden duyduduğum bir düşünceydi. Yakın zamanda Çağdaş Afrika Sanatları Müzesi’nde bağımsız yayıncılıkla ilgili bir etkinlik düzenleyen Morris, fanzinlerin ‘ilham verici etkileşimlere’ teşvik eden bir yol olduğunu söylüyor. Basit ‘likelama’lardan ve direkt mesajların ötesinde fanzinlerle fiziksel olarak birini etkilemeye özlem duyulduğundan bahsediyor. Sosyal medya bu arzuyu aşılamak için yapılmış değildi; buna ihtiyaç duyulmayacak şekilde yapılmışlardı.

Belki de bu; fanzinlerin Facebook gönderilerinden daha samimi olduğunu göstergelerinden biridir. Fanzinleri yaparken ve tasarlarken üzerine düşünmek onu daha önemli yapıyor. İnternet, ustalıkla insanlığı sıkıştırıyor ve o tweetlerin capslerin gönderilerin arkasında insanların olduğunu unutturabiliyor.

*The Cosby Show: The Cosby Show, Bill Cosby’nin yer aldığı Amerikan televizyon durum komedisidir.
**LiveJournal: Kullanıcıların blog tutabildiği, köşe yazısı yazabildiği ve günlük tutabildiği bir sosyal paylaşım sitesi.
***Deep South: ABD’nin güney bölgesini tarif eden, ırk ayrımının ve dini etkinin yoğun olduğu bölge.

 

Jenna Wotham, NewYork Times, 28 Şubat 2017

 

Void Zine 17. sayısının tamamına ulaşmak için tıklayın

Yorum bırakın