Bu bir bakış açısı meselesi diyorum: Gözaltı Fanzin

zeynep yıldırım

 

Hepimiz günlerimizi yaşarken kadrajlarımızı göz kapaklarımız arasında taşıyoruz. Gün boyu, gece boyu. Yollar ve odalar boyu. Böyle düşündüğünüz oldu mu hiç? Her insanın gözlerinin aslında bir fotoğraf makinesi gibi mükemmel bir aygıt olması durumu.

Görüntülerin gözlerimiz aracılığıyla zihinlerimizde yansıma yaratması muhteşem.

Bakış bir meseledir. Password istemez. İşlem ruhunda gerçekleşir. Kavramdır zira.

Tarih ve çağlar boyu pek çok disiplinin konusu olagelmiş.

Gözaltı Fanzin’in 5. sayısını incelerken bunları düşünüyorum.

Bakış/kadraj/fotoğraf odaklı düşünürken fotoğraf baskılarının yapılabildiği kadraj boyutlarını düşünüyorum. Alışılageldik boyutların daima 90 derecelik açı ile dört köşelidir oluşunu. Oysa gözlerimizde açı hissetmeyiz (ruh açılı hissedemez belki ondan mı?).

Ancak fotoğraf dediğimiz o kare ya da dikdörtgen formlu zemin üzerindeki gösterge, çoğu 90 derecelik açılar içeren boyutlarda sergilenir.

Buradan nereye varacağım; algı bedensel olarak zihnimize amorf biçimlerle taşınır. Ancak basım/aktarma süreci onu bir başka/başka biçimler içinde formlandırır.

Demem o ki, milyarlarca insanın yaşadığı günümüzde, gelişmiş yüzlerce teknolojik aygıtın fotoğraflama ihtimallerinde (artık), bazı kareler “başka” görünüyor. “değişik” görünüyor.

Biz gün ve günler boyu benzer kadraj ve karelerin önünden geçsek dahi “yaaa ben onu bak geçen gördüydüm ama hiç de böyle düşünmemiştim” gibi hissedebiliyoruz.

Neden acaba derken içimden gülümsüyorum. “başka” bakmak bir ruh meselesidir, sanatla ilgili olduğu hallerde ise bir duruş ve tavır diyor içimden bir ses.

Bu bir bakış açısı meselesi diyorum.

Gözaltı ekibini yaklaşık iki yıldır tanıyorum. Yayınlarının da karakter ve kimlikleri oluşuyor süreçte.

Daha ilk sayıdan bu yana çizgisinin “kendilik” ayarındaki şaşmazlık hoşuma gidiyor.

Kapak bir yayının yüzü gibi desek, Gözaltı Fanzin kapaklarındaki biçimsel istikrar bende bu etkiyi yaratıyor. Bir fotoğraf fanzini olmalarına rağmen kapakta fotoğraf kullanmamak, dışarıya değil içeriye bak diyor gibi.

Dışına değil içine bak, sözü bizim toplum insanımızın kültürel değerlerine de tanıdık bir yaklaşım aslında. Anlamı aramak, anlamak, görmek, sezmek gibi. Fotoğrafın günümüz insanın hayatındaki yerini sorgularken bir sanat dalı gibi düşünelim istersek ya da gündelik hayatlarımızın elektronik aygıtlarımızın eylemselliği gibi düşünelim her koşulda içten dışa doğru taşan bir “bakış” olduğu gerçekliği var.

Nasıl bakarsak öyle mi görüyoruz?
gözaltı fanzin 5-4 gözaltı fanzin5-5

 

Fanzin/Gözlem

İç kapak ;

Oyun/Game

Bahar/Spring 2018,

okuyorum. 5. sayı “Oyun” teması ile karşımda.

Kimler var diye aceleyle sayfaları bir deşeliyorum.

Taylan Bağcı, Martin Hinze, Simon Becker, Omar Ozenir, Elif Gülen.

Siyah Beyaz fotoğrafların hâkim olduğu düzende kimin hangi fotoğrafı çektiği değil, kimin neyi nasıl çekip sunduğuyla ilgili önem sıralamam. Yayın kurgusu da bu yönde. Minimum düzeyde kullanılan yazı sadece bilgi vermeye yönelik. Sayfa kurgusunun ve sanatçının yazı üzerinden dönüt vermeyişi zihinsel açıdan algılarımı özgür kılıyor.

Gözaltındaki ilk sayfalarda tuhaf bir bina görüyorum ilkin. Sayfayı çeviriyorum oyuncak bir tabancanın kapüşon takınmış hüzünlü, ironik gülümsemesiyle üçüncü sayfaya geçeceğim.

Bu beyaz bir el, hani işaret parmağı sarılı olan. Dur neyi unuttum. Dur neresi kanıyor. Çizgili bütün gömlekler tutuklu çocukluk anılarımız.

Ama benim dilimi tutmam gerek, bu imgesel çağrışımlarımı susturmalıyım ki; çünkü başka bir dil ile okuyorum aslında. Biçimin dili bu ve renkteki tonların… Siyah ve beyaz fotoğrafın yaptığı en iyi şey yüzlerce renk kombinasyonunun tonlar skalası içindeki ışık dengesi ile “görülen”i “ “görünen” haline getirmek için beyazın siyahın içinde, siyahın beyaz içinden patlamaları. Bunu ton skalası yapıyor.

Gözüm normalde, dış dünyada görünen her şeyi ışık yardımıyla renkle algılarken tonları hiç hesaplamıyorum. Ama görsel hafızamda yer edinirken aslında bu sistemi kullanıyor beynim.

Sayfaları tümden izleyip kapatıyorum arka kapağı ile. Gözaltı, kütüphanemde gözaltımda.

 

Düşünüyorum.

Yazının bu denli hâkim olduğu tarihsel ifade süzgecinde dijital ve elektronik aygıtlar yüzyıl insanlarına bu imkânı sunarken fotoğraf bir araç mı, bir dil mi?

Sanat inandık ki insanın “ben bunu böyle gördüm ve böyle hissettim” demek yollarını açan yol.

Buna parantez eklesek nasıl bakarsan öyle görürsün hesabı mı düşünmeli biraz?

Teknolojik aygıtların sunduğu sınırsız imkânları kullanırken izleyen/okur olarak nasıl ruhumu beslemeliyim? Bir fotoğraf sadece gösterilen midir, yoksa görülen mi?

 

Düşünüyorum.

Kavramlar, kelimeler, sözcükler sözel hafızamızda en çok tetiklenebilen, etkilenebilen alanlar. Oysa görsel hafızamız bize sunulanın aksine yaşadıklarımızla paralel gelişen bir zihinsel süreçle inşa oluyor. Yaşadığımız anlarımızın görüntülerine dair ne denli kendi “bakış”ımız var. (burada doğru bakıştan çok kendi bakış açımız değerli bir noktadır)

 

Ama bak ben bu karede çok gülümsedim.

gözaltı fanzin 5-1 gözaltı fanzin 5-2 gözaltı fanzin 5-3

İnsan bunu diyebilmeli ve bazı kadrajlara gülümseyebilmeli. Gözaltı ekibi umarım bu güzel çalışmaları bizleri gülümsetmeye devam edecek. Her birinin ellerine sağlık.

Yorum bırakın