AKSİYOLOJİ VE EDEBİYAT

Yazan: Mustafa Bakır

Aksiyoloji dediğimiz felsefe dalı; ‘değer çalışması‘ yürüten bir alt dal olarak karşımıza çıkmaktadır. Karşımıza çıkmakta diyorum; çünkü günlük hayatımızda beğendiğimiz-beğenmediğimiz her şeye, ‘değer’ biçtiğimiz için beğeni yargısına varıyoruz. Aksiyoloji, bu anlamda hayatın her saniyesinde var olan ‘değerlendirme’ alanını araştıran değerler felsefesidir.

Kant, ahlak felsefesini büyük ölçüde etkileyen bir filozof olarak, ahlak felsefesi üzerinde durduğu için aksiyolojinin içine düşmüş olur. Kendinden önceki ahlak üzerine yazılan düşüncelerin tümünü reddeden, ‘ödevci’ bir ahlak anlayışını benimsemiştir. Evrensel bir ahlak anlayışının olduğunu, aynı zamanda ödevci bir yaklaşım olması gerektiği için öyle davranmanın gerekliliğinden bahseder. Yani, sırf o anda refah sağlamak için yapılan iyiliklerin, cennete gidebilmek için yapılan iyiliklerin, insanı ‘iyi’ kılmadığını söylemektedir. Yapılan iyi bir davranışın getirisini göz önüne alınarak yapılan bütün davranışlar, ahlaklı davranış değildir. Kant ile evrensel bir ahlak anlayışı konusunda birleşemesek de diğer açıklamalar insanın varoluşsal olarak kabul etmesi gereken açıklamalar olduğu kesin.

Aksiyolojide Kant,  ‘ise’ gibi şart bildiren iyilerin veya güzellerin ‘varsayımsal iyiler’, ‘varsayımsal güzeller’ olarak tanımlamaktadır. Yani Kant’a göre; Bir şeyin güzel olması ve iyi olması bir şarta bağlandığında pragmatik bir boşluğun içine düştüğünü söylemiştir. O, şart ekine bakılmaksızın  davranışın veya yargılarımızın başlangıç noktasından başlayarak sadece ‘iyi olmak için yapılan iyiyi’, ‘güzel olduğu için güzeli’ bulmak ister.

Burada edebiyatın yayın, dağıtım tarafıyla aksiyolojiyi kıyaslayıp kıyasın sonunda içerisinden sonuçlar çıkarmak amacındayım. Hali hazırdaki edebi değer anlayışımız; edebiyat içerisinde iyi, güzel, anlamlı gibi değerler alan eserlerin var olması, basılması ve dağıtılması bir ‘ise’ şartına bağlamış durumda. Mesela; eğer belirli bir popülasyonu sağlayabilecek ‘ise’ bu kitap basılmalı. Ya da yeterli mali değeri karşılayabilecek ‘ise’ basılmalı gibi anlayış yaygın ve bu sonu gelmeyen bir pragmatizm. Eserin edebi değeri, duygu yoğunluğu, dili ya da anlamı basılması için ikinci planda kalıyor. Keza bu anlayış, yazı gönderdiğimiz popüler edebiyat dergilerinde de böyle…  İdealist felsefe anlayışı hayatımızın tam ortasında her şeyi idealize ederek kalıplar oluşturuyor ve bize en güzelin ne olduğunu bizden bağımsız olarak önümüze koyuyor. İşte bu bağlamda yayınevlerinin editör süzgecinden geçmiş, editörün kendi idealleri doğrultusunda eserin basıma değer olduğuna karar vermesi, idealist felsefeye bile denk düşmeyen, fakat idealist ve kalıpçı görünümlü bakış açısı  pragmatizmle birleştiğinde acımasız ve duygusuz bir hal almakta. Bir o kadar da öznel yargılar içeren tuhaf bir yayıncılık anlayışı hüküm sürmekte.

En nihayetinde edebiyat, bir değer alanıdır. Ürünlerin güzel-çirkin, anlamlı-anlamsız, iyi-kötü gibi değerler aldığı bir alan. Bu yargılar okuyucunun elinde değil. Bir yazarın, ‘iyi yazar’ olduğunu okuyucunun karar vermesi gerekirken, yayını yapacak olan yayınevinin önden buna karar verip basıma aldığı veya almadığı bir zamandan geçiyoruz. Kant’ın evrensel ahlak anlayışına veya evrensel güzel anlayışına katılmamam ile birlikte, Kant bir yerde haklı; şart bildiren (bunlar çoğu zaman yararcı şartlardır) bütün değer yargıları pragmatist bir sığlığa yol açmış/açmakta ve içi boşalan bir sürahi gibi bir köşede kalmaktadır. Bundan dolayı edebiyat ürünlerinin yayından sonra yaratacağı popülasyon veya maddi değer, edebiyatın aksiyolojik olarak kıyasını olanaksızlaştırmakta. Çünkü kitabın basımı popüleritesine ve maddi değerine bağlanmakta. Bu durumda kitabın içeriği hakkındaki değerlendirmeler ve kıyaslar kenarda kalmaktadır. Yani ‘sermaye’; duygularımızı, emeğimizi en kötüsü değer yargılarımızı satın alıyor.

Bu düşüncelerin, algıların değişmesi için izlenilmesi gereken yol; edebiyatı maddi kaygılardan kurtararak, şekilsel kalıpları kırarak, özgür bir yayın anlayışını benimsemektir.

Yorum bırakın